İzleyiciler

8 Eylül 2014 Pazartesi

Günümüzde Aşk ve Yakın İlişkiler

AŞK KAÇIYOR

Her 100 kişiden 20'si Borderline ve kişilikler sınıra yaklaştıkça aşk kaçıyor.
  • Giriş : 05.04.2013 15:30
  • Güncelleme : 09.04.2013 07:03

Aşk kaçıyor
Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Prof. Dr. Doğan Şahin'e göre, başrolünü Glenn Close'un oynadığı "Öldüren Cazibe" filminde anlatılan, zaman zaman gerçek ile hayali birbirinden ayırt edemeyen kişilik örgütlenmesi olan "borderline" insanlar topluluğu toplumda giderek artıyor. Zira psikolojik olarak her 100 kişiden 20'si "borderline", yani "sınırda"... Bütünlüklü bir kişilikten uzaklaşan insanlar ise artık "aşkın kıyısı"ndan bile geçemiyor.


Ayrıldığı sevgilisinin tiyatro oyununu basıp yumurta attığı için son günlerde hakkında çok konuşulan tiyatro sanatçısı Ali Sürmeli gibiler çok yakında tarihe karışacak. Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Prof. Dr. Doğan Şahin'e göre, devir Frederic Beigbeder'in yazdığı, beyaz perdeye de uyarlanan "Aşkın Ömrü Üç Yıldır" devri. Şahin bunu şu sözlerle açıklıyor: "Aşk, bu atmosferde ancak üç sene sürüyor. Çünkü içinde bulunduğumuz ortam, aşkın yeşermesine, dallanıp budaklanmasına izin vermiyor.

Günümüzün koşullarında, daha esnek, duygusal yatırım yapmadan, çok fazla aşık olmadan yaşamak isteyen bir model ortaya çıkıyor. 'Hayat kısa, değmez bir kıza' prensibi yaygınlık kazanıyor." Şahin, başrolünü Glenn Close'un oynadığı, 1987 yapımı 'Öldüren Cazibe' filminde anlatılan, zaman zaman gerçek ile hayali birbirinden ayırt edemeyen kişilik örgütlenmesi olan 'Borderline' insanlar topluluğunun ise toplumda giderek arttığının altını çiziyor. Zira psikolojik olarak her 100 kişiden 20'si 'borderline', yani "sınırda"...

*Günümüzün giderek hızlanan hayat tarzı, ruhsal açıdan insanlarda nasıl bir etki bırakıyor?
Bütünlüklü bir kimliği olmayan insanlar topluluğunun oranının gittikçe arttığına şahit oluyoruz. Eskiden ruhsal yapılanmalarının organizasyonu açısından insanları, "nevrotikler" ve "psikotikler" olmak üzere iki temel kişilik yapılanması grubuna ayırıyorduk. Nevrotikler gerçeği değerlendirme yetisi tam, bütünlüklü bir kimliğe sahip ve üst düzey savunma mekanizmaları kullanan bir grup. "Psikotikler" ise, gerçeği değerlendirme yetisinde bozukluklar olan, kimlik bütünlüğünü kaybetmiş ve alt düzey savunmalar kullanan bir gruptu. "Psikotikler"in oranının yüzde 1, geri kalanının ise "nevrotik" olduğu düşünülüyordu.

*Sonra yeni bir gruba daha mı bölündük?
40 yıldır belirgin hale gelen bir başka grubun farkına vardık. Bu grubun, gerçeği değerlendirme yetisi yerinde gibi görünüyor. Ancak bazı stres durumlarında kısa süreliğine gerçek ile hayali karıştırıyorlar. Örneğin kız arkadaşının kendisini aldattığından sadece şüphe etmiyor. Bilakis yüzde 100 aldattığına emin. Ya da gerçek olmadığı halde, patronunun onu işten çıkaracağına ilişkin kesin bir kanaat geliştiriyor. Bu grup her iki grubun arasında yer aldığı için de "borderline" (sınırda) kişilik örgütlenmesi diyoruz. "Borderline" dediğimiz bu grubun oranı giderek artıyor. Şu anda yaşadığımız toplumda yaklaşık olarak her 100 kişiden 15 ila 20'si "borderline" kişilik örgütlenmesi gösteriyor.

*Dünyada mı yoksa Türkiye'de mi?
Dünyada. Türkiye'de de böyle olduğunu varsayıyoruz. Ama bir toplum ne kadar modernize olursa, oran o kadar artıyor. Geleneksel toplumlarda daha az oranda görülüyor.

Evlenme oranları azalacak

*"Borderline" modernite hastalığı mı?
Modernite ile artan bir şey. Ama daha evvel hiç yoktu diyemeyiz.

*Bir insanın "borderline" olmasını sağlayan en önemli koşullar nedir?
En önemli faktörlerden biri nesne sürekliliğinin olmaması. Yani bir çocuğu hem duygusal açıdan, hem de fiziki varlık açısından sabit bir anne yetiştirirse, o çocuğun borderline olma ihtimali daha zayıf. Ama çocuk arada büyürse, onun "borderline" olma ihtimali çok artıyor. Çocuğa sabah anne, öğle anneanne, akşam bakıcı bakarsa, yani çocuğa kimin baktığı belli olmazsa, ya da bakıcıların çocuğa davranışlarında tutarlılık yok ise bu durum ortaya çıkabiliyor. Modern yaşam da bunu getiriyor.

*Borderline tipleri nasıl tanırız halk arasında?
Aklına estikleri gibi davranırlar. İstikrarsızlık ve dengesizlik en önemli özellikleridir. Sinirlendiklerinde istifayı basıp giderler. İlişkilerinde çok çabuk samimi olurlar, çok çabuk vazgeçerler. Aşkları, devlerin aşkı gibi çok büyük olur ama çabuk biter. Yani bir insanı yavaş yavaş sevme, kabullenme diye bir şey yok. Göklere çıkarır, yerin dibine sokarlar. Maymun iştahlılık gösterirler. Büyük bir hevesle gitar çalmaya başlar. Bir bakmışsın, bir yıl sonra değişip, seyyah olmuş, Hindistan'a gidiyor. Toplumsal değişiklikler bir yandan borderline kişilik örgütlenmesi gösteren insanların oranını arttırırken, bir yandan da "borderline" olsun olmasın, herkesi etkileyen değişikliklere yol açıyor. Bu da yeni bir ilişki biçimine yol açıyor.

*Nedir bu yeni ilişki biçimi?
Daha esnek bir insan modeli ortaya çıkıyor. Bu yeni insan tipi, herhangi bir şeye bağlanmak istemiyor. Duygusal yatırım yapmadan, çok fazla önemsemeden, çok fazla aşık olmadan yaşamak istiyor. Projeye dönüşen bir ilişki modeli. Aslında insanların işleri de projeye dönüşüyor. Kadrolu elemanlar giderek azalıyor. Şirketler her yıl yeniden sözleşmeli olarak o koşullar uygunsa eleman alıyor. Altı ay sonra bu koşullar değişiyor. İlişkiler de aynı böyle olacak. Mesela bir hastanede çalışan iki kişi, o anda mevcut koşullar gereği, beraber oluyorlar. Biri mecburi hizmete gidiyor. Ve ayrılıyorlar. İnsanlar artık giderek evlenmeyecekler, evlenme oranları giderek azalacak. Çünkü evlenmek de büyük bir bağ.

"İnsanlar artık aşık olmuyor"

*Son yılların trendi mi bu?
Yeni dünya. Artık insanlar, "borderline" olmasalar bile, hiçbir işe kanıyla, canıyla girmiyorlar. Aşk için de dağları delmiyor, çöllere düşmüyor.

*Son dönemde Türkiye'de gördüğünüz ilişkilerin ana özelliği nedir?
Temkin. İnsanlar son derece planlı, ihtiyatlı. Kendilerini esirgeyerek, kollayarak ilişkiye giriyorlar. O ilişkiye girmenin kendisine ne getirip ne götüreceğini hesaplayarak başlıyorlar. Balıklamasına bir ilişkiye dalan, kendisini bir ilişkiye ve onun getireceği sorumluluklara bırakan kişilerin sayısının giderek azaldığını görüyoruz. "Aşık mısınız?" "Yoo", "Seviyor musunuz?" "Yooo. Takılıyoruz. Kız arkadaşım" diyor. "Sevgilim" diyemiyor çoğu insan. Gerçekten çok sevmiyor çünkü. İyi arkadaşlıklar yapıyor. Ama buradan aşk, tutku gibi bir şey çıkmıyor. Çünkü aşık olmak demek birçok insan için yaralanabilir olmak demek Aşık olursan, yaralanabilirliğe açık hale geliyorsun.

*Bu atmosfer koşullarından korunmak mümkün mü?
Bunun için çok farkında olmanız ve çok dirayetli olmanız gerekiyor. Çünkü içinde bulunduğunuz atmosferden etkilenmemeniz gibi bir durum söz konusu olamaz. Çok büyük bir çoğunluk etkileniyor. Mesela Türkiye'de son 10 yılda boşanma oranları iki kat arttı. Kimse kimsenin zahmetini çekmiyor. İleride belki boşanmalar o kadar artmayacak. Çünkü evlenmeyecekler zaten.

*Aşksız bir toplum düşünülebilir mi?
Etrafınıza bir bakın. İnsanlar şükran ve minnettarlık duygularını aşkla karıştırabiliyorlar. Yani mevcut koşullarda iki taraf için olumlu duygular varsa, o ilişki yürüyor. "Bugün kız arkadaşımla iyi vakit geçirdim. Demek ki seviyorum onu" diye düşünüyor. Böyle bir sevgi olabilir mi? Bundan sonra arabesk de dinlenmeyen bir müzik haline gelecek. Bu ilişkiler yaygınlaştıkça, insanlar kimse için bu kadar acı falan çekmeyecekler. "Hayat kısa, değmez bir kıza" prensibi yaygınlık kazanacak.

*İki insanın anlaşması da artık çok zor hale gelmedi mi?
Özdemir Erdoğan vakti zamanında çok güzel söylemiş "Sevmek anlaşmak değildir." Çok karmaşık bir şey. Aşık olmak bir sürü faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkan, son derece karmaşık duygular bütünü. Kimin kime ve neye göre aşık olacağının standart, kestirilebilir bir formülü yok. Hep şöyle bir soru soruyorlar mesela: "İnsan daha aşina olduğu kişilere mi aşık olur?", "İnsan kendisini tamamlamak için mi aşık olur?" Altı milyar çeşit insan var. Herkes aynı şekilde aşık olmaz ki. Biri kendinde eksik olanı arıyordur, ona ihtiyacı vardır. Başka biri için güçlü olması en kritik özelliktir. Bir diğeri de annesine benziyor diye aşık olur.

Aşk taktikleri işe yarar mı?


İnsanların bazen arkadaşları, bazen profesyoneller çeşitli taktiklerle sevgililerin elde tutulacağını söylerler. Yakın bir ilişki aslında iki insanın birbirine ne hissettiğine göre şekillenir ve seyreder. Hangi taktiği uygularsanız uygulayın, gerçek duygularınızı uzun vadeli olarak saklayamazsınız. Ama bir sevgiliyi elde tutmanın tek bir yolu vardır: Gerçekten sevmek ve kıymet vermek. Çünkü gerçek bir sevgiye karşı kimse aldırmazlık edemez

"Kaçan, kovalayanların sağlıklı olduğunu söyleyemem"*Günümüzdeki aşk ilişkilerini yansıttığı düşünülen, "Kaçan kovalanır" lafı çok kullanılıyor. Bu sağlıklı bir durum mu?
Bu normal bir durum değil. Yani kaçan kovalanır ilişkileri sağlıklı ilişkiler değildir. Bir insan sevgilisi kendisine yakınlık gösterdiği zaman uzaklaşıyor, gittiği zaman peşine düşüyorsa, geldiği zaman yakınlık göstermiyor ise sıklıkla bu yalancı pehlivanlıktır. Yalancı pehlivanlıktan kastettiğim şey şu: O kişinin de kendisinde de bağlanma korkusu vardır. Sevgilisi gittiği zaman da "çok seviyordum" diye kendisini kandırır. Aslında bu sağlıksız durum, çok yakın ve güçlü bir bağı istemeksizin bir ilişkiyi yüzeysel bir şekilde sürdürme arzusundan kaynaklanıyor. Yakın olmak da istemiyor, kaybetmek de istemiyor. İşte bu tam da bahsettiğim günümüzün ilişki modeli. Kaçanı kovalayan insanların bazıları da mazoşistlerdir. Çünkü mazoşistler için bir insan üzebiliyorsa değerlidir.
 
Duygu Leloğlu



1 yorum:

  1. merhaba,
    e-mail adresinizi bulamadım ben de böyle bir yol deneyim dedim.

    kendimle ilgili bi türlü çözümleyemediğim, uğraştıkça dibe çöken sorunlarım var.

    yazdığınız yazıları okudum, bana yardımcı olabileceğinizi düşündüm.

    aslında kadın bir terapist ile görüşmek istiyordum ama sizinle görüşme şansım olursa da iy, olur gibi.

    hastahanede hasta göremiyorsunuz sanırım? görebilseniz çok şahane olurdu

    umarım mesajımı görürsünüz,
    iyi pazarlar

    YanıtlaSil

KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR

HEDEFİNİ ŞAŞIRMIŞ BİR İSYANIN ÜRÜNÜ OLARAK KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR Doğan Şahin   GİRİŞ Bu yazıda son yıllarda giderek artan her şe...