İzleyiciler

16 Eylül 2014 Salı

Bir küçücük kırlangıç varmış.....


Bir küçücük kırlangıç varmış…..

 Doğan Şahin

 
Balinaların Avusturalya sahillerine vurduğunu, kendilerini kurtarmak isteyen gönüllülere rağmen tekrar tekrar kendilerini karaya attıklarını söylüyordu spiker.

“Hiç hayvanlar intihar eder mi?” diye düşündüm. Olsa olsa bir yanılgıdır. Ne bileyim başka bir şey yapmaya çalışıyorlardır. Bir şeyden kaçıyorlardır, belki de güneşlenmek, dinlenmek istiyorlardır. Başka bir şey olmalı dedim. Bunları düşünürken uyumuşum.

Sabah güzel aydınlık bir yaz gününe uyandım. Günaydın dedim kendime ve yaza. Sonra yazın başlangıcını haber veren çığlıklarıyla kırlangıçların gelmiş olduklarını fark ettim. Buraya taşındığımdan beri her yazı onlarla geçiririm. Teras çıkıntısının altına yuva yaparlar ve  sonbaharda gidene kadar terası bir panayır yerine çevirirler. Onlar geldikten sonra, sonbahara kadar havalar bir daha çok soğuk olmaz ve ben de terasta yatarım.

Teras çıkıntısının altına kırlangıçlar, terasın üzerini örten çatı uzantısının altına da hep bir çift kumru yuva yapar. Onları tanırım, onlar da bana alışmışlardır, her sene 2 veya 3 kez ikişer yavru yapıp büyütürler. Ama kırlangıçlar ancak alt katın penceresinden görebileceğim şekilde terasın altındaki çıkıntıya yuvalanırlar.

O sene bir çift kırlangıç ilk kez çatı uzantısının altına yuva yaptı.  Bir süre sonra baktım üç tane yavru var. Neredeyse hareketsiz duran kumru yavrularına göre hiperaktif çocuklar gibi durmadan kımıldayan, annelerinin yem getirmesini sabırsızlıkla bekleyen kırmızı ağızlı üç tane yavru.

Yan komşumun kedisinin bir gün gözünü yuvaya diktiğini gördüm ama hiç benim tarafa geçmez. Ayrıca iki tarafı ayıran yüksek bir duvara tırmanması da imkansız gibi, ayrıca geçse bile zaten yuvaya ulaşamaz diye düşünüp rahatladım.

Ama tam duvarın kenarına aramızdaki duvarı kapatsın diye geçen sene diktiğim yaseminleri hesaba katmamışım. Bir sabah kırlangıçların çığlıklarıyla uyandım, yataktan fırlayıp o tarafa yöneldim, yavrulardan biri kedinin ağzında. Atlayıp ağzından yavruyu alsam da kanatlarının ciddi bir şekilde yaralanmış olduğunu gördüm. Annesinin yavruyu bırakmam için yaptığı ataklara ve çıkardığı gürültülere aldırmadan yaralarına pansuman yaptım, yuvasına yerleştirdim.  Yaseminleri de oradan söküp başka yere diktim.

Arada bakmaya devam ettim, yaşadı, iyileşti ve büyümeye devam etti.

Bir süre sonra baktım, diğer iki yavru uçmaya başladı. Ama bu uçmuyor. Uçamıyor. Hayatta kalmış ama kanatlarında oluşan hasar uçmasına izin vermiyor.

Yavaş yavaş sonbahar geldi, kırlangıçlar sürüler halinde toplanıp göçmeye başladılar.

Her sabah işe gitmeden kontrol ediyorum, bunlar hala oradalar. Bir sabah kalktım yoklar, hepsi gitmiş, sadece o yavru yuvada. Öyle duruyor. Doğanın kanunu dedim işte, zayıflar ölecek, güçlüler yaşayacak. Onu ölüme terk edip gitmişler, demek ki onları bir arada tutan bağ o kadar kuvvetli değil.

Akşama kadar orada tek başına kalan, öksüz, sakat yavruyu düşündüm. İçeri alsam acaba yaşar mı, uyum sağlar mı?  Acaba kırlangıçlar ne kadar yaşıyor, bir kırlangıç öyküsünde bilge adam kırlangıçların ömrü 6 aydır demiyor muydu? Ama 6 aysa nasıl geri geliyorlar ki?

Akşama kadar düşündüm, ama bir çare bulamadım.

Akşam eve geldiğimde anne ve babanın geri gelmiş olduğunu gördüm. Demek diğer yavrularını göçecek bir sürüye katıp geri gelmişler. Onların yavrularını bırakıp gidecek kadar sevgisiz olduklarını düşünmüş olduğuma utandım. Sonra da peki ama şimdi ne olacak? Göçmezlerse üçünün de öleceğini düşündüm.

"Üçü de öleceğine yavruyu öldürsem mi?" dedim. Bütün bunlar aslında biraz da benim yüzümden olmuştu, yavruyu kedinin ağzından almasam ölecek, bütün bunlar olmayacaktı. İşgüzarlık yapmış, bi yavruyu kurtaracağım diye üçünün de ölmesine neden olmuş olacaktım.

Ama yapamadım. Kıyamadım. Belki bir mucize olur, kanatları iyileşir uçar dedim. Bekleyip görmeye karar verdim.

Her sabah uyanınca gidip yuvaya bakıyordum. Oradaydılar. Neredeyse orada burada tek tük kırlangıç kalmış, havalar soğumaya başlamıştı. Yakında yiyecek bulamayacaklar, ya açlıktan ya da havalar soğuyunca soğuktan ölüp gideceklerdi.

Bir sabah kalktım. Yoklar. İşte beklediğim mucize olmuş dedim. Uçup gitmişler. Kendimi boş yere suçlamışım,  iyi ki kurtarmışım dedim. Sevinçten gözlerim doldu, hazırlandım, kapıyı kapattım ve işe gitmek için dışarı çıktım.

Tam yuvanın altına geldiğimde yerde yatan yavruyu gördüm. Kafasının üstüne düşmüş ve boynu kırılmıştı. Annesi, babası gidebilsin diye kendini aşağı atmış.

Gözümde yaşlar,  “hiç hayvan intihar eder mi ?”  dedim.  

     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

12 Eylül 2014 Cuma

Neden Uzlaşmayı Bilmeyen Bir Milletiz?


HAYATLA BARIŞMA veya DİDİŞME; UZLAŞMA veya UZLAŞMA!


Prof. Dr. Doğan Şahin, 
İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri AD, Sosyal Psikiyatri Servisi
 
Uzlaşarak insanlaşır ve olgunlaşırız. Başkaları ile yaptığımızı sandığımız uzlaşma ve kavgaları aslında kendi parçalarımızla ve ebeveyn temsillerimizle yaparız. Şeytan da, dost da, düşman da kendi içimizdedir. Hayatın önemli dönemeçlerinde yaptığımız veya yapamadığımız uzlaşmalar geleceğimizi ve kaderimiz belirler. Öyle ki bir insanı uzlaşmaları ile tanımlayabilir ve biraz abartarak şöyle diyebiliriz: İnsan yaptığı uzlaşmalardan ibarettir.

Bu makalemin tamamı Birey ve Toplumun Psikodinamikleri Üzerine Yazılar isimli kitabımda yayınlanmıştır.

11 Eylül 2014 Perşembe

Orgazm Olan Kadınların Ne Farkı Var?


ÖZGÜRLÜK ve ORGAZM

Prof. Dr. Doğan Şahin
İstanbul Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı, Sosyal Psikiyatri Servisi


ORGAZM VE ÖZGÜRLÜK ARASINDA BİR BAĞLANTI MI VAR?

Geçen yıl orgazm olan kadınlarla, orgazm olamayan kadınları karşılaştırdığımız bir araştırma yaptık. Uzm. Psikolog Sibel Dinç’in yüksek lisans tezi olarak gerçekleştirdiği bu araştırmaya göre, anneleriyle bağımlı ilişkileri olan kadınlar orgazm olmakta sorun yaşıyorlardı. Orgazm olamayan kadınlar annelerine daha yakın oturuyorlar ve gün içinde anneleriyle daha fazla konuşuyorlardı. Yani bir kadın annesine ne kadar sık danışıyor veya annesi ona ne kadar çok karışıyorsa o kadar zor orgazm oluyordu.

Orgazm olan kadınlar anneleriyle daha az sıklıkta iletişim kuruyor, annelerinden daha uzakta oturuyor ama annelerini, orgazm olamayan kadınlara göre daha olumlu tanımlıyorlardı ve anneleriyle daha olumlu ilişkileri vardı. Orgazm olamayan kadınlar annelerini, müdahaleci, sert, otoriter, soğuk vb olarak tanımlarken, orgazm olan kadınlar annelerini daha yumuşak, sevecen, sıcak olarak tanımlıyorlardı.

Babalarıyla ilişkileri bakımından da benzer özellikler gösteriyorlardı, orgazm olamayan kadınlar babalarını daha sert ve uzak olarak tanımlarken, orgazm olabilen kadınlar babalarını sıcak ve yakın olarak tanımlamaktaydı.

Keza kendilerine ilişkin algılarında benzer nitelikler vardı: Orgazm olan kadınların benlik saygısı daha yüksekti.

Orgazm olan kadınların sevişirken aktif olma düzeyi ve sevişmeyi başlatma oranı orgazm olmayanlara göre anlamlı şekilde daha yüksekti.

Orgazm olan kadınlar, olmayanlara göre sevişme sırasında istedikleri veya rahatsız oldukları şeyleri daha fazla ifade ediyorlardı.

Orgazm olan kadınlar arasında mastürbasyon yapma oranı, orgazm olmayan kadınlara göre dört kat daha fazlaydı

Orgazm olmayan kadınların cinsellikle ilgili korkuları ve sevişme sonrası hissettikleri suçluluk duygusu orgazm olanlara göre daha fazlaydı.

Her iki grubun da düzenli ilişkileri vardı, ancak orgazm olmayan kadınlar arasında evlilik, olan kadınlar arasında ise sevgililik ilişkisi daha yüksek orandaydı.

Sonuç olarak orgazm olan kadınlar olmayanlara göre daha güvenli, daha girişken ve daha özgür idiler.

ÖZGÜRLÜK İLE ORGAZM ARASINDA NASIL BİR BAĞLANTI OLABİLİR?

Bir kadının cinsel ilişki sırasında rahat haz alabilmesi ve uyarılabilmesi için iki ön koşul bulunmaktadır

1.   Erkeğe yönelik belli bir güven duygusu; ilişkiyi bir kullanılma, aşağılanma olarak algılamama,

2.   Cinselliği bir kabahat, suç veya günah olarak algılamama,

Bu koşulların yanı sıra orgazmla ilgili birbiriyle paradoks oluşturuyormuş gibi görünen ama aynı anda başa çıkılabilmesi gereken şu iki özgün psikolojik koşula gereksinim vardır:

1.   Orgazm sırasında algıların bulanıklaşmasını, dünyadan ve partnerden uzaklaşıldığı, bir başına kalındığı duygusunu tolere edebilecek kadar yalnızlığa tahammül edebilme gücü,

2.   Başka bir insanla en fazla iç içe geçme ve hemhal olma durumunu teşkil eden bu çok özel yakınlıktan ego sınırlarının yok olacağı korkusu duymayacak kadar gelişmiş bir ruhsal bütünlük.

Birçok kadın kendi kendilerine, mastürbasyonla orgazm olabildikleri halde bu psikolojik koşulların üstesinden gelemedikleri için cinsel birleşme sırasında orgazm olamazlar. Orgazma giderken yaşanan, kendi hazzını sahiplenme ve kendi hazzının atına binip onunla bir başına şaha kalkmaya cesaret edebilecek özgüven ellerinden alınmıştır. Ya da erkeğe ilişkin yerleştirilmiş olumsuz algılar, cinsel etkinlik sırasında yaşanan çok yakın olma halini bir tedirginliğe ve hazdan uzaklaşmaya dönüştürdüğü için orgazm engellenmiş olur.

KÜLTÜR ORGAZMI MI YOKSA ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ ENGELLEMEK İSTİYOR?

İnsan bedeni orgazm olabilecek şekilde gelişmiştir. Düzenli orgazm olmak ruhsal ve bedensel sağlık üzerinde son derece olumlu etkiler yaratır. Buna karşın çoğu kültür kadınların orgazm olmasını engellemeye yönelik sistematik bir uğraşı içindedir. Daha erken çocukluk döneminden başlayarak, kadınları cinsellikten uzak tutmak, cinsel hazdan mahrum bırakmak ve sonunda orgazm olamaz hale getirmek için, ne gerekiyorsa yapılır. Kültürel baskılama yetmezmiş gibi bazı kültürlerde kadınların klitorisleri kesilerek zevk almaları ve orgazm olmaları fiziksel olarak engellenir. 

Kültürel baskı ve yönlendirmelerin asıl amacı kadınların cinsel haz almasını ve orgazm olmasını engellemek ama bu arada özgürlüklerini yitirmeleri bir yan etki olarak mı ortaya çıkıyor? Yoksa asıl amaç özgür olmalarını engellemek ama bu arada cinsel haz alma ve orgazm olma yetileri hasar mı görüyor?

KADINLAR CİNSELLİKTEN NASIL UZAKLAŞTIRILIYOR?

Birçok kültürde bir kız çocuğu dünyaya bir hayal kırıklığı, burukluk, “kız doğdu” sessizliği ile gelir. Büyümeye başladığında uysal, annesine yardım edecek biri olarak yetiştirilmeye çalışılır. Babası ve erkek kardeşleri ev işlerine yardım etmez, hizmet beklerlerken, annesi, kendisi ve kız kardeşleri evin temizliğinden, yemeklerden, bulaşıktan, çamaşırdan  sorumludur.

Hareketlerine dikkat etmesi gerektiği öğretilir, iyi bir kız çocuğu rahat oturmaz, çok konuşmaz, çok gülmez, koşup oynamaz, uslu olur. 

Ergenliğe doğru bazı anneler ergenlik değişimleri ve adet hakkında bilgi verse de birçok anne çocuğuna doğru düzgün bir şey anlatmaz. Etraftan, arkadaşlardan bir iki bir şey duymuşlardır. Çoğu kız için ilk adet, yeterince bilgi sahibi olmadıkları ve utançlarından anneleriyle paylaşamadıkları için travmatik olarak yaşadıkları bir deneyim olur.

O zamana kadar olan kısıtlamalar daha da artar. Artık erkeklerle ilişkilerinde daha da uzak olmalıdır. Eski erkek oyun arkadaşlarından uzak durması sağlanır. Kandırılıp, cinsel açıdan yararlanılmak istenen bir ava dönüştüğü kavratılır.  Artık oğlanlarla gezmememsi, sınıf arkadaşları ya da komşu çocuklara karşı daha temkinli olması gerekmektedir.

Göğüsleri büyümeye, vücudu şekillenmeye başladığında, kendisini bir hedef haline geldiğini daha çok hisseder; göğüslerini saklamaya başlar, onu ilgi ve bakışlardan uzak tutmaya çalışır. Kendi bedeninden utanmaya başlar. Bu birçok kadında kamburlaşmaya yol açar. 

Oğlanlar da bu dönemde kendilerine öğretildiği gibi kızları uzak, yabancı, bir cinsel nesne olarak görmeye başladıkları için, kızın kendisine öğretilen şeyleri pekiştiren deneyimleri de olur. Daha büyük ya da akranı olan erkekler kendisine bir şey yapmak istediklerine dair imalar, davranışlar, dokunuşlar ya da tacizlerde bulunurlar.  

Biraz daha büyüyüp cinsel arzuları şiddetlendiğinde, çevresinin de kendi kendisine yaptığı baskı da artar. Bu baskılar, cinsel ilişkinin ne kadar acı ve ızdırap verici olduğu gibi bilgilerle pekiştirilir. Cinselliği, cinsel hazzı ve bedenini tanıması için mastürbasyon gibi bir seçeneği vardır ama “suç” olduğu için kullanmaz.

Derken evlenir. Cinsellikle ilgili deneyime dayalı bir bilgisi yoktur, kulaktan dolma duyduğu şeylerin çoğu korkutucudur. Bir şeyler öğreneceği tek kişi eşidir ancak o da fazla bir şey bilmez.

İlk cinsel deneyim, korku ve sıkıntı içinde yapılsa da bir şey anlamaz, bir kısmında ise korku ve endişeler cinsel birleşmeye izin vermez.

Sonunda çeşitli yollarla cinsel ilişki kurmayı başarsalar bile birçok çift, yeterli ölçüde sevişmez, cinsel birleşmeden sonra da kadının orgazm olması için gerekli süreden önce eşi boşalır.

Erkek tedaviye gitmeyi kendisine yakıştırmaz, yeterli uyarılma ve orgazm olmaksızın süren cinsel yaşam, kadının uyarılmasını daha da bozar, sonunda isteksizlik de eklenir. Kadın artık, eşinin cinsel taleplerinin sonunun gelmesini beklemeye başlar. Kendisini çocuklarına verir, başka şeylerle ilgilenir ve kendisi gibi bir kız çocuğu yetiştirir.

Tüm bu süreç sonucunda kadınlar;

1.   Kendi bedenine ve cinselliğe yabancılaşırlar.

2.   Cinsel istek duymayı ve cinsellikten haz almayı bir suç, günah en azından bir kabahat gibi algılarlar.

3.   Cinsel yaşamları üreme ve eşlerinin fizyolojik boşalma ihtiyacını  karşılama vazifesine indirgenir. 

Sonuç olarak kadınlar cinselliği bir kabahat, kötü, kirli bir alan olarak öğrenip, rahatça cinsel haz alamaz hale gelirler. Başka amaçlara hizmet etse de etmese de, kadın cinselliği kültür tarafından törpülenip bastırılır.


ERKEK EGEMEN KÜLTÜR KADIN CİNSELLİĞİNİ NEDEN BASKILAR?

Cinsel haz ve orgazm birçok hazdan çok daha güçlü ve mutluluk vericidir ayrıca iki kişi tarafından birlikte üretilip paylaşılan bir şeydir. İki kişi birlikte güzel bir filmi seyredebilir ya da müzik dinleyebilirler ancak sevişmek, birlikte karşılıklı üretilen ve paylaşılan ortak bir haz olması dolayısıyla çok daha yakınlık sağlayan ve mutluluk veren bir deneyimdir. Cinselliğin önemli haz kaynaklarından biri de haz vermekten duyulan hazdır. Kişi sevdiği kişiyi mutlu edebiliyor olmaktan, onun zevk almasını sağlamaktan da hem zevk alır hem de mutluluk duyar.

Erkek egemen kültür, kadınların cinsellikten haz almasını ve orgazm olmasını engelleyip, kadını döllenme yeteneği olan şişme bebeklere çevirirken kendi cinsel hazzından ve mutluluğundan da vazgeçmiş olur. 

Peki, erkek egemen kültür kadınların cinsel yaşamını baskı ve denetim altında kısıtlı bir hale getirirken erkeklerin cinsel yaşamlarını tamamen özgür mü bırakıyor?

BİR ERKEK NASIL YETİŞİR?

Doğduğunda bayram edilir. Annesi, bir erkek çocuk doğurduğu için guruludur. Büyürken üstüne düşülür. Erkekliği her zaman vurgulanır. Erkek adamın neler yapması gerektiği öğretilir: Yani erkekler ağlamaz, duygularını belli etmez, başarı için uğraşması gerekmektedir. Aktif ve bağımsız olması, girişimci olması konusunda özendirilir.

Ergenlik döneminde cinsel ilgileri üzerinde baskı uygulanmaz. Mastürbasyon yapmaları aşırıya kaçmamak koşuluyla hoş görülür.

Bu dönemde oğlanlar kızları nasıl cinsel nesne olarak kullanabilecekleri üzerine kafa yorar ve genellikle birbirlerine gerçek olmayan hikayeler anlatırlar. Bu hikayeler çoğunlukla bir kadını kendi cinsel arzularının nesnesi haline getirme öyküleridir. Oğlanlara da cinsellik pis ve kötü bir şey olarak öğretilir ancak bu kötü şeyi, “kötü” kızlarla yapmak o kadar büyük bir kabahat değildir. Dolayısıyla oğlanlar kızları ikiye ayırırlar: Cinsel arzularının nesnesi olabilecek, saygı duyulmayacak kızlar ile cinsellikten uzak, saygı duyulacak ve ancak “temiz” bir aşkla sevilecek kızlar.

Oğlanlar gençlik döneminde tıpkı kızlar gibi daha çok kendi cinslerinden kişilerle arkadaşlık eder, kızlarla onları fazla önemsememek, aşık olmamak hele hele aciz durumlara düşmemek koşuluyla ilişki kurabilirler. Bir kıza aşık olan ve kız saygılı davranan oğlanlar erkek grupları tarafından aşağılanır. Kızları fazla takmamak ve önemsememek gerekmektedir.

İlk cinsel deneyimleri genellikle paralı bir ilişki biçiminde olur. Rahat edemedikleri, çekinerek gittikleri ve fazla bir şey anlamadıkları bu ilişkileri büyük maceralar olarak anlatırlar.

Sonunda uygun, ahlaklı ve el değmemiş bir kız bulup evlenirler. Evlendiklerinde de eşlerini fazla önemsememeleri, romantik olmamaları gerekir.

Erkekler tüm bu süreç boyunca, gösteriş yapmayı, iddialı olmayı, kendilerini ispat edecek şekilde davranmaları ve başarılı olmak için etraflarını kontrol edebilmeyi öğrenirler.  Bu başarı ve gösteriş merakı, kurdukları ilişkiler içinde de ortaya çıkar ve gerçek bir yakınlığı engeller.   

KADININ VE ERKEĞİN SAKATLANMIŞ CİNSEL YAŞAMI TOPLUMA NE KAZANDIRIYOR?

Erkekler kültür aracılığı ile kadını cinsel hazdan yoksun bırakırken, kendi cinsel yaşamlarını da sakatlamış olurlar. Sonuçta her iki cins için de cinsellik olabileceği kadar keyifli ve mutluluk verici bir şey olmaktan çıkar.

Kadının ve erkeğin cinsel hazlarının sınırlandırılması, cinsellik için kullanılacak enerji ve zamanın kültür için kullanılmasına olanak verir.

Cinsel haz ve cinsel doyumun sorunsuzca yaşandığı bir yaşam, başka şeylere olan ilgiyi azaltır. Özgürce yaşanan cinsellik, başka şeylere olan ilgiyi çok azaltacaktır. Çalışma, rekabet, hırs, daha çok şeye sahip olma isteği, sonu gelmeyen bir açgözlülükle tüketme ve ancak tükettikçe, bir şeyler satın aldıkça mutlu olmak, layığınca yaşanmayan cinsellik sayesinde gerçekleşebilmektedir. Cinsel enerjinin tüketilmemesi ve bastırılması sayesinde, cinsel enerji  reklamlar ve sembolizasyonlar yoluyla cinselleştirilen bu alanlara akar.

Ancak erkekler yararına çok güçlü olmasa da bir çifte standart söz konusudur. Her iki cinsin cinsel yaşamı da kültür tarafından budanmış olsa da, özellikle varlıklı, yani gerçek egemenler için ek bir “iyi seks” olanağı evliliğin paralelinde her zaman vardır.

Geniş yığınlar için bu olanak genelevler gibi kötü ek seçeneklerle sınırlıyken, daha varlıklı ve gerçek egemenler için, çok sayıda eşle evlenmekten,  evlilik dışı ilişkilere, paralı ilişkilere  varan bir dizi paralel yapılanma söz konusudur.

Sonuç olarak kadınlara ve erkeklere uygulanan baskıdan, egemen sınıfın erkekleri o denli etkilenmez, kazançları ise, çalışan ve kendileri için üreten, boyun eğmiş insan topluluğudur.

UMUT VAR MI? VARSA NEREDEDİR?

Tüm bu olumsuz koşullara rağmen kendi bedenlerine ve cinselliklerine sahip çıkan daha özgür kadın ve erkekler çıkabilmektedir. Geleneklerden ve kültürden özgürleşen kadınlar, onları sayıp seven erkeklerle daha keyifli, mutlu ve doyumlu bir yaşam kurabilmektedirler.

Kadınların ve erkeklerin cinsel yaşamlarını ve özgürlüklerini engelleyen bu süreçler iki taraftan da değiştirilebilir. Yani daha özgürce yetiştirilen bireylerin daha mutlu cinsel yaşamları olacağı gibi, cinsel yaşamlarında mutlu olma olmak için gayret edip bunu gerçekleştirenler daha özgürleşeceklerdir.

Sonuç olarak özgürlük ile cinsel mutluluk ve doyum arasında karşılıklı diyalektik bir ilişki vardır. İnsanların özgürleşmesi cinsel yaşamlarını olumlu yönde etkileyecek ve gene cinsel yaşamlarının düzelmesi daha özgür olmalarına yardım edecektir.

Aşk ne demek? Kim, kime, neden aşık oluyor?

Aşk ne demek? Kim, kime, neden âşık oluyor?


Prof. Doğan Şahin, Türkiye’de cinselliğin, kıskançlığın ne demek olduğunu, aşkı, aşk acısını ve tedavisinin detaylarını anlattı


- A +

- Hazal Özvarış 

hazalozvaris@gmail.com
Aşk, rastlantının çevirdiği bir dolap olabilir mi?
Cebinizdeki cevabı, birazdan okuyacaklarınızla karşılaştırmanız gerekecek!
Aslında uzun söze gerek yok gibi görünüyor, üstelik mevzu üzerine yazılmış devasa bir külliyat varsa.
Elbette Sezen Aksu'ların, Cemal Süreya’ların, Aragon'ların, Tolstoy'ların temsil ettiği bir külliyattan değil, “aşk piyasası külliyatı”ndan söz ediyoruz. Mağaza vitrinlerinden “Onu kendinize âşık etmenin 9 yolu” tüyolu dergi kupürlerine, gazetelerin soslu haberlerinden şarlatan “uzman”lara varan uzun yolda aşk, 12’den vuran reklam spotlarına dönüşüyor. İçine doğru da bulaştırılmış yanlışlarla dolu metinler eşliğinde “Artık âşık olmak istiyorum” koroları kuruluyor. Ama bir de bakıyoruz, “bir daha aşk maşk yok” durağına gelinmiş!
Peki, bu iki durak arasında neler yaşanıyor? Kim, kime, neden “âşık” oluyor? “Aşk”ı cinsellik mi tayin ediyor? İçinizdeki hangi düğme sizi yönetiyor? İnsanlar neden yanlış duraklarda bekliyor? Ve insan parantezinde hangi arızalar yazıyor?
Cevapları bulabilmek için Prof. Dr. Doğan Şahin’in kapısını çaldık.
Prof. Şahin, insanın içindeki uzun yollarda dolaşıyor,  herkesin şu ya da bu ölçüde menziline girebileceği kişilik bozuklukları üzerinde çalışıyor.
İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda öğretim üyeliği yapan Şahin, aynı zamanda Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şube Başkanı ve Cinsel Eğitim ve Araştırma Derneği (CETAD) Genel Sekreteri.
Aşka dair görüşlerinin çoğu psikiyatr ile örtüşmediğinin ve anlattıklarının şahsi fikirleri olduğunun altını çizen Prof. Doğan Şahin, zaman konusunda cömert davranarak Türkiye’de cinselliği, kıskançlığın ne demek olduğunu, aşkı, aşk acısını ve tedavisini, detayları atlamadan aktardı.
Kendimizle biraz daha tanışmak üzere okuyalım; işte Prof. Doğan Şahin’in T24’e verdiği yaklaşık 20 sayfa ağırlığındaki söyleşinin ilk bölümü:
- Bir psikiyatrla, özellikle de aşk ve cinselliğe kafa yormuş bir psikiyatr ile ilişki yaşamak kolay olmasa gerek, değil mi? 
Bunu karşı tarafa sormak lazım. Sadece sevgililik bağlamında değil, sosyal bir ortama gittiğimiz zaman da dinlenme hakkımız yokmuş gibi hep insanları gözlemlediğimiz düşünülür. Hâlbuki, terapist ruh hali bambaşka bir ruh halidir. Kendinle, kendi duyguların, isteklerin, beklentilerinle değil karşındaki ile ilgilenme halidir.
- Hiç mi mesleki dezenformasyon yaşamıyorsunuz?
Çok, çok az olur. Hastayla görüşürken başka bir insan olursun; bir çeşit trans halidir. Dikkatini, konsantrasyonunu hastanın dışındaki uyaranlardan uzaklaştırırsın.  Bir cerrah birileri ile otururken nasıl “Şunun dalağını şuradan keseyim” diye düşünmüyorsa biz de günlük hayatımızda insanlara hastaymış gibi davranmayız, aksi çok yorucu olur. Bize de yazık. Ama tabii yakın ilişkilerde herkes karşısındaki insan hakkında düşünür.  Neyi neden yapmış olacağına ilişkin kafa yorar. Biz yapınca itiraz etmesi belki karşı taraf için daha zor olur. Öte yandan avantajları da olabilir mesela,  her şeyin daha hızlı anlaşılma ihtimali olabilir.  Yani, eksiler artılara denk olabilir.
- İtiraz edilmesini zorlaştırmak şikâyete neden olmuyor mu? 
Psikiyatrlar da farklı farklıdır. Neyin mesleğimden, neyin benden kaynaklandığını söylemem zor olur çünkü ben zaten fazla sorgulayan biriyimdir. O yüzden sosyolog da olsam aynı durum yaşanabilirdi. Dolayısıyla, bilinmez. Çekene sormak lazım.
- Aşk ne demektir’le başlamadan... 
Başlamayalım, çünkü her şeyi tüketen bir tanım yapmak zor. İnsanlar bir sürü ruh haline aşk diyorlar. Bu konuda uğraşan 4-5 kişi bir araya gelsek çok anlaşamayabiliriz. Psikiyatrlar arasında bir kabul var ama ben o ortalama görüşe çok katılmıyorum.

‘İlk aylar aşk değil; tutku, heves…’

- Nedir genel kabul?   
İçinde cinsel bir arzuyu da barındırarak bir insana çok yoğun bir şekilde yakın hissetmek, onu özlemek, önemsemek gibi duyguların bütününe aşk diyorlar. Bana göreyse bu tanım, aşk için bir zemin oluşturabilir ama aşkın kendisi değildir. Aşk, zamanla gelişen bir şeydir. İnsan tutku, heves duyabilir ve bu duygular çok da güçlü olabilir, ama bunların gerçek bir aşka dönüşmesi epeyce zaman ve emek gerektirir.
- Sizin "aşk" dediğiniz, “sevgi” tanımına daha mı yakın? 
Benim aşk dediğim şey yoğun bir sevgi halidir. Çok güçlü bir şekilde sevmeye ve tutku hissetmeye aşk diyorum. Başka birileri ise, aşk denilen şey geçtikten sonra kalan sıcaklık, yakınlık, şefkat gibi duygulara sevgi diyorlar. Ben buna sevgi demiyorum.
- Ayşe Arman’la söyleşinizde asıl aşkın 3 seneden sonra başladığını söylediniz. İnsanların aşk dediği bu 3 senede olanları siz nasıl tarif ediyorsunuz?  
Başlayıp bir süre sonra geçen bu şey günümüzde artık aslında 3 seneden de az. Günümüzde bir, iki ay; hadi diyelim 6 ay.
- Ne oluyor bu 6 ayda? 
Tutku, heves...

‘Aşk sevişme arzusu değil, tamamlanma arzusudur’

- Peki, kim, kimin hangi düğmelerini tetikliyor da kişi, şuna buna değil; ona “âşık” oluyor?
Bir çeşit insan yok ve herkesin düğmeleri farklı farklıdır. Azımsanmayacak kadar insanın da tek bir düğmesi yoktur. Dolayısıyla, düğmeler kombinasyonu vardır. Bir kişinin girdi, çıktıları sizin oyuklarınıza ne kadar uyuyorsa, sizde o kadar büyük bir arzu uyandırabilir.
Aşkı hava, su olarak tarif ederler ya, hakikaten öyledir. İnsan susuz kalamaz, temel ihtiyaçları vardır. Çöldeki insanın suya arzusu ne kadar güçlüyse, psikolojik olarak karşısındaki insana duyduğu arzu da o kadar güçlüdür. Yalnız, bu bir sevişme arzusu değil, tamamlanma arzusudur. Kişinin kendi yaralarının, açlığının giderilmesi arzusudur. Bu nedenle karşıdaki bu kadar kıymetli olur. Bu açlık ve yaraların da binlerce örneği var. Mesela, bir kız çocuğu babası tarafından yeterince sevilmemiştir ve bunun özlemi içindedir. Bu da onun yarasıdır.
-O zaman filmi en başa sararak soralım; ilk aşkı kime duyarız? 
Erkek olsun, kız olsun, herkes önce annesine âşık olur. Ama bu, bizim bildiğimiz aşktan biraz farklıdır. İlginin mahiyetinde şefkat, korunma, kollama ve değer verme hissi var. Çocuk annesini kendisinin uzantısı olarak algılar ve büyük bir birliktelik duygusu yaşar. Erişkinlikteki anlamıyla cinsel bir tarafı yoktur. Kendisiyle anne aynı şeymiş gibi hissetme, hemhâl olma ile ilgili bir ruh halidir. Bu erişkin aşkında da olması gereken ayaklardan bir tanesidir.
Âşıklar arasındaki "Aynıyız”, “Nasıl da aynı şeyleri hissediyoruz”, "Bak, ben de tam onu diyecektim" gibi cümleler de aslında annemizle kurduğumuz temel ilişkinin yeniden kurulmasıdır. Her cins için durum böyledir. Ancak çocuklar bir süre sonra annenin ayrı bir varlık olduğunu hisseder ve kızlar da babalarına ilgi duymaya başlarlar. Bunda pek çok neden var, öncelikli olan cinsiyetler arası farkı fark etmeleri.
- Eşcinsel olamayan kızların aşkı babaya ne zaman kayar?
36 ay dolunca şakkadanak olmaz ama ortalama 3 yaşında gerçekleşir. Muhtemelen biyolojik dayanaklarla, çocuğun daha cinsel organlarla ilintili erotik arzuları başladığı zaman, aşkı karşı cinse yöneliyor.
- Nedir bu arzular?
Organların da belli uyarılma ve doyum biçimleri vardır. Bir penis sarılmak, kavranmak ister. Uyarılmış bir penis sarıldığında, kavrandığında, kendisini saran bir şeyin içine girdiğinde tatmin olunur.  Oğlanlar mesela bu dönemde,   penislerini ya da penislerini temsilen parmaklarını nerede bir delik görseler sokmaya çalışırlar. Kadın cinsel organının da sarılma, kavranma ya da vajinanın içine bir şey alma arzusu vardır.

‘Histerikler büyük romantizm gösterir, cinsel yakınlık göstermez’

- Çocuk, ailesine meydan okuyarak ilk ihaneti de ilk aşk nesnelerine karşı gerçekleştiriliyor.  Buradaki ihanet, sonraki aşklar için çuvalın ağzını açmak mı demek? 
Hayır. Çocuklar başkasına ilgi duyduğu zaman anneye veya babaya duydukları bu bağ büyük ölçüde çözümlenmiş oluyor. O bittikten sonra başka bir ilişki mümkün oluyor. Devam ediyorsa bu bir problem.
- Hangi durumlarda bu aşk çözülmüyor? 
İki durumda: 1- Eksik yaşanırsa, yani yakınlık aşırı bir şekilde engellenirse, 2- Yakınlığa uzun süre aşırı izin verilirse. Yani bir babanın, karısını aşağılayıp, kızını “aşkım”, “sevgilim” diyerek sevmesi ve onunla fiziksel ve duygusal sınırlara dikkat etmemesi gibi.
- Anne ve babaya aşkları çözümlenmeyen kişilerin düğmeleri nedir, bu düğmelerine kimler basar?
Karşı cinsten ebeveyne çocuksu aşkı devam edenlere histerik deriz. Bu kişiler ödipal aşk nesnelerine, yani kızsa babasına, oğlansa annesine benzeyen kişilere âşık olurlar. Bu kişilerin düğmesi çocukluk aşkına benzeyen figürlerdir... Bu özelliği gösteren kişilere âşık olurlar.  Ama âşık oldukları insanlara cinsel yakınlık gösteremezler çünkü derin bir suçluluk hissederler.
- Ne suçluluğu? 
Ensest suçluluğu! "Babanla yatıyorsun, rezil", "Aman Tanrım, ben ne yaptım"  suçluluğu! Genellikle kişileri idealize ederler ve büyük bir romantizm gösterirler, ama cinsel yakınlıktan kaçınırlar.
- Cinsel yakınlık kurabilen histerikler  yok mu? 
Eğer ebeveyne yönelik kısmen de çözülmüş, duygu zayıflamışsa cinsel ilişki bir süreliğine de olsa mümkün olabilir. Ebeveyne olan aşkın çözülme derecelerine göre farklı olasılıklar söz konusu olur. Bu aşkın olduğu gibi kaldığı durumlarda sevgi ve şehvet bir araya gelmez, âşık oldukları kişilere cinsel yakınlık duyamazlar. Ebeveyne yönelik aşk kısmi olarak çözümlenmişse cinsel yakınlık kurabilirler ama bir sürü sorun yaşarlar. Örneğin, yeteri kadar uyarılmaz, orgazm olmazlar. Üçüncü grup ise bir çare olarak böler.
- Neyi? 
İnsanları böler. Bir grup insana âşık olurlar, bir grup insanla yatarlar. Yani insanları, tapılacak insanlar, yatılacak insanlar diye bölerler.
- Türkiye'de sıklıkla zikredilen “evlenilecek ve eğlenilecek insanlar” ayrımı ödipal çatışmadan mı kaynaklanıyor? 
Evet, bunları yayanlar çoğunlukla histeriklerdir. Çünkü bu insanlar sevgi ile cinsel arzuyu bir araya getiremezler. Cinsel arzu duyduğuna sevgi besleyemez, sevgi beslediği kişiye de cinsel arzu besleyemez. Eğer bir erkekten bahsediyorsak, bunun nedeni annesine duyduğu arzunun hâlâ devam etmesidir. Bu erkek sevgi duyduğu kişiye cinsel olarak bakamaz. Örneğin, evlendi; karısına saygıda kusur etmez ama başkalarıyla yatar. Türkiye'de ödipal çatışmasını çözememiş insan bayağı fazladır. Bu "Orospu-Madonna Sendromu" olarak da nitelendiriliyor: Bir tarafta kutsal bakire Meryem var ve ona el sürülmez; öbür tarafta ise saygı duyulmadan sevişilecek “orospular” vardır.
- Bir makalenizde de Türkiye’de erkeklere öğretilen geleneksel cinsellikte sevgi ve seksi birleştirememekten bahsediyorsunuz.  
Tabii, böyle bir gelenek var ama önemli ölçüde kırılmış durumda. Bugün çoğunluğu kapsamadığını düşünüyorum.
- Sizce, bu gelenek ne zaman kırıldı? 
Son yüzyıl içerisinde ciddi ölçüde kırıldı. Öncelikli sebep, ailelerin çocuklarına verdikleri eğitimin etkilerinin ciddi olarak azalmasından kaynaklanıyor. Çocuk artık kendi değer sistemini sadece ailesinden almıyor.   Eskiden aile tek başına,  kapalı bir bütünlüktü. Çocuk değerlerini, fikirlerini, düşüncelerini ve kişiliğini aileden alır o ortamda ki verilerle kişiliğini geliştirirdi. Artık sosyal etkileşim çocuğun karakterini çok daha fazla etkiliyor. Çocuklar daha erken sosyalleşiyor; televizyonla, bakıcılar ve insanlarla karşılaşıyor. Kreşe, anaokuluna gidiyorlar; şimdi 5 yaşında ilkokula başlayacaklar.
Çocuğun 3 ila 5 yaşında karşı cinsten ebeveyne cinsel arzu  duymasının sebeplerinden bir tanesi de kapalılıktı. Cinsel arzular uyanırken, çocuk çevresine “Kim var” diye bakıyor ve anne, baba dışında birini göremiyordu. Ama artık bir sürü çocuk, 3-5 yaşında o kızdan hoşlanıyor, bu çocuğa âşık. Ayrıca, ailelerin iç etkileşiminde de azalma var, daha açık ve gevşek duygusal etkileşim içine girdiler. Dolayısıyla bu gelenek biraz da olsa kırıldı.

‘Obsesifler âşık olamazlar, çünkü ne hissettiklerini çok bilemezler’

- Peki, diğer temel karakterler ve düğmeleri neler? 
Bağımlı karakterler için düğme güvenliktir. Temel özellikleri kendilerini aciz hissetmeleridir, hayatla başa çıkamayacaklarını varsayarlar ve ellerinden tutan biri olsun isterler. Her işte onlara yardım eden birine ihtiyaç duyarlar. Onların aşk nesneleri de bu ihtiyacı karşılayanlardır.  Birisinin kendisine yardım etmek istediğini hisseder ve bunu yapabileceğine inanırlarsa o kişiye kolayca âşık olabilirler.
Üçüncüsü, anal karakterler veya obsesiflerdir. Obsesifler çok ahlakçı insanlardır, kuralcıdırlar, düzenli, tertipli,  titiz ve mükemmeliyetçi kimselerdir.  Her şeyin bir doğrusu olduğunu zannederler. Sürekli "Gerekiyor”, “Lazım”, “Şöyle olmalı”, “Böyle olmalı" diye konuşurlar. Her konuda doğrusunu öğrenip ona göre davranmaya çalışırlar. Yani ne hissettiklerine, ne istediklerine göre değil, olması gerektiğini düşündükleri şeylere göre davranırlar. Başlıca özelliklerinden bir tanesi de, gece başını yastığa koyduğu zaman kendilerini mahkemeye çeken bir süperegolarının olmasıdır. “Orada niye öyle konuştun”, “Keşke öyle yapmasaydın da şöyle yapsaydın” diyerek burunlarından getirirler. Sürekli kendilerini eleştiren, sorgulayan ve kabahat bulan bir süperegoları vardır. Dolayısıyla kendi doğrularını onaylayan, süperegolarının bir tasdikçisini, kendisi gibi düşünen insanları bulurlar. Ancak gerçek anlamda âşık olamazlar, çünkü ne hissettiklerini çok bilemezler. Hep “mantık” çerçevesinde hareket eder, “akıllarıyla” seçim yapmaya çalışırlar.
- “Tasdikçi” yerine "serseri" birine de takılabilirler mi? 
Olabilir. Bazen kendilerinin tam zıddı, yani nerede akşam, orada sabah insanlarla beraber olurlar. Çünkü artık onlar da yılmıştır. Ama bu ilişkiler sürdürmeleri bayağı zordur.

‘Narsistler çoğunlukla birbirlerine ‘âşık’ olur’

- Dördüncü karakterler kimlerdir?
Her insanın kendisini beğenmeye ihtiyacı vardır. Bunun için de dış desteğe belli oranda ihtiyaç duyar. Bir insan kendisine saygı duyabilmesi, kendisini beğenebilmesi için ne kadar çok dış desteğe, başkalarının övgü, onay ve hayranlığına ihtiyaç duyuyorsa o ölçüde narsisistiktir. Bu kişiler, kendilerine saygı duyabilmek için çaba harcamak, başkalarının övgü ve takdirini toplamak zorundadırlar.
Dolayısıyla, narsisistlerin düğmelerini tetikleyenler de kendisine hayranlıkla bakan gözler ve hayranlıktan açık kalmış ağızlardır. Karşısındaki insanın kendisine duyduğu ve duyacağını varsaydığı hayranlık, kendisini o kadar iyi hissettirir ki, varlığında mutluluk ve coşku, yokluğunda özlem ve acı hisseder. Bu da aslında aşk filan değil; ihtiyacı karşılayan bir şeye duyulan istektir.  Çikolatayı sevmek gibi bir şeydir. Sadece iyi bir his uyandırdığı için duyulan hoşnutluk, aşk değildir. Gerçek anlamda aşk o kişinin niteliklerine duyulan bir hayranlık üzerinde inşa edilir. Ama bir narsist için karşı tarafa hissettiği şey, karşı tarafın kendisine duyduğu hayranlığa duyulan ihtiyaçtır.
- Narsiste âşık olan kim? Köleliğe hazır olan mı? 
Şöyle efendim, narsistler çoğunlukla birbirlerine “âşık” olurlar.   Kendilerinde olan, kendilerinde olmasını istediklerini ya da kendilerinde olduğunu varsaydıkları nitelikleri taşıyan dolayısıyla bir şekilde kendilerine benzeyen kişileri beğenebilir ve onlarla olmak isterler.
Narsisistler birkaç çeşit olur. Birinci grup, başka insanlarda hayranlık uyandırmak için çırpınan, atan tutan, böbürlenenler. İkinci grup da, aslında aynı beklentiler içerisinde olan ama bunları bastırmış kişilerdir. Dağarcıklarında hayranlık uyandırmak için piyasa sürecek fazla şeyleri olmadığını düşünürler.  Bunun yerine hayranlık uyandıran, kolaylıkla övülebilecek bir insanla yakınlık kurarak, onunla yakınlığı üzerinden saygınlık elde etmeye çalışırlar. İşte bu iki tip narsisitiğin bir aradalıklarına ister sevgili ya da eş olarak ister arkadaş olarak sık rastlanır. Çiftin bir üyesi tanınan bilinen, popüler biri, açık bir narsisitikken, diğeri onun sağ kolu, destekçisi, arkasındaki şahıstır.
Ancak başka versiyonları da vardır. Mesela, bağımlı karakterler de narsisitlere âşık olurlar. “Ben acizim, elimden bir şey gelmiyor" diyen bağımlı, "Ben her şeyi yaparım" diyen narsiste kolaylıkla âşık olabilir. Bilinçdışı bir anlaşmaları var gibidir: Bağımlı narsisiste hayranlık duyarak onun hayran olunma ihtiyacını karşılarken, narsisist de bağımlının güven ihtiyacını karşılar.

‘Son yıllarda borderline kişilik bozukluğu yüzde 20’lere çıktı’

- Beşinci karakterler kimler?
Öncesinde iki tane kavramı tanıtmak gerekiyor. Bir tanesi “kişilik örgütlenmesi”, diğeri “kişilik bozukluğu”. Kişilik örgütlenmesi dediğimiz şey, ruhsal yapının temel yapılanışını anlatıyor. 3 ana kişilik örgütlenmesi var: Nevrotik, borderline ve psikotik. Normal dediğimiz insanlar nevrotik kişilik örgütlenmesi içerisindeki bir gruptur. Nevrotikler, kişilik örgütlenmesi açısından herhangi bir sorunu olmayan insanlardır. Psikotikler ise kişilik örgütlenmesi açısından çok ciddi yapısal sorunlar içerisindedirler. Borderline da bu ikisinin arasında yer alır. Temel özellikleri bütünlüklü bir kimlik duygusunun olmaması ve duygularının, düşüncelerinin çok kolay bir uçtan diğer uca savrulabilmesidir.  Toplumda psikotikler yüzde 1, nevrotikler yüzde 80 civarında, borderline kişilik örgütlenmesi gösteren insanların sayısı da yüzde 15 ila 20 arasındadır.
Şimdiye kadar yüzde 2 olarak bilinen borderline kişilik bozukluğu, borderline kişilik örgütlenmesi içerisindeki kişilik bozukluklarından biridir; diğerleri de şizoid, şizotipal, paranoid, antisosyal, narsistik, histriyonik kişilik bozukluklarıdır. Son yıllarda hem bunların toplamı hem de borderline kişilik bozuklukları giderek artıyor. Amerika'da, üniversite öğrencileri arasında yapılan araştırmalarda bu oran yüzde 20'lerden yüksek çıktı. Bu grubun bütünlüklü bir kendilikleri yoktur. Ruhsal yapıları tamamen iyi ve tamamen kötü olmak üzere iki ayrı parçadan oluşur. Bazen çok iyi, bazen de çok kötü hissederler.

‘Borderline karakterler hızlı âşık olur, hızlı uzaklaşır’

- Nasıl hissedeceğini dış etkenler mi belirler? 
Evet, bu nedenle de kendisine değer veren, anlamaya çalışan ve eleştirmeyen insanlar onların düğmelerine basar. Bu insanlara çok büyük bir tutku ile bağlanırlar. O kişi uyuşturucu ticareti yapabilir, mafya olabilir ama bunların hiçbir önemi yoktur. Eleştirilmemesi yeter.
Ama en ufak kötü hissettirmede nesneyi değersizleştirirler. Bu insanlar acayip hızlı âşık olur ve bir o kadar hızlı o kişiden uzaklaşır, nefret eder, düşmanlık beslerler. Bir haftada her şeyin nasıl değişebildiğini sorduğunuzda "Yanılmışım işte" derler. Bunlar için aşkta toslama kaçınılmazlıktır.

‘Histriyonikler için cinsellik ilgi için verilen rüşvet gibi’

- Başka düğmeler de var mı?
Bundan sonrası ince düğmeler. Mesela histriyonik dediğimiz, oyuncu karakterler vardır. Düğmelerine çok çabuk basılır. Gelene geçene açıktırlar. Herkes onları beğensin, arzulasın isterler. Daha çok cinsellikleriyle beğenilmek peşindedirler ama asıl ihtiyaçları sevgi, şefkattir. Bir insanı bilgisi, karakteri, kişilik özellikleri ile hayran bırakmaya uğraşmaktansa bunu cinsellikle yapmanın daha kolay olduğunu deneyimlemişlerdir.  Bu kişiler çok çabuk cinsel etkileşime girerler.  Kılık kıyafetleri de kendisine bakılmasını temin için seçilmiştir.
- Seks düşkünlüğü tablonun bu kısmında mı?
Hayır. İşin ilginci, histriyonikler önlerine gelenle yatar ama cinsellikten pek bir şey anlamazlar; orgazm olmazlar, uyarılmazlar. Çünkü aslında peşinde olduğu şey cinsel doyum değil, bir insanın ona ilgi göstermesidir.  Cinsellik,  ilgi almak için verdikleri bir nevi rüşvet gibidir.

‘Kalıcı aşk, eşi bulunmaz bir insana denk gelindiği hissiyle gelişir’

- Normal insanların aşk düğmeleri nerede?
Normal insanların düğmeleri yavaş çalışır. Geç ısınırlar. Bu insan, kendi başına huzurlu ve memnundur. Mesela, burada oturuyoruz ve keyfimiz yerinde, bir de meyve salatası olsa hoşumuza gider. Ama meyve salatası yok diye kendimizi perişan etmeyiz. Aşk da meyve salatası gibi, ekstradan güzelliktir.
Bu ekstradan güzelliği yaşadıklarında normal kişiler, karşısındaki insanın bütünlüğüne yönelik bir idealizasyon duyarlar. Süper egosundan tutun, ahlaki değerlerine, ne yapıp ne ettiğine, hayatı nasıl algıladığına, kaşına, gözüne, şefkatine, insanlığına, yani her şeyine tam bir hayranlık söz konusudur. Gerçek ve sağlıklı olan kalıcı aşk, eşi bulunmaz bir insana denk gelindiği hissiyle gelişir. “Âşık olduğumu nasıl anlarım” diye soranlar, tereddüt etmesin. Âşık değillerdir. Bir insanı seviyorsan böyle soru olmaz. İkinci sık gelen soru da: “Başkasıyla daha mutlu olur muydum?” Aşkta karşındaki insanın olmadığı bir hayat düşleyemezsin. Onunla problemlerin varsa çözmeye çalışırsın ama onsuz bir hayat kurgulamazsın.
-  Peki, aşkta olmazsa olmaz dediğiniz hayranlık zamanla azalmaz mı?
Neden azalsın?
- Tüm çıplaklığıyla gördüğünüz, bildiğiniz birine hayranlık azalmadan devam edebilir mi?
Eğer kişinin öğrenilmesi ve bilinmesi hayranlığı azaltıyorsa, o kişinin çok az özelliğine ya da bir sırrına ilgi duyulmuş demektir.  Gerçek sevgi ve aşk tanıdıkça artan gelişen bir şeydir.
- Fazla iyimser olabilir misiniz? Pek çok ilişkide arzunun zamanla azaldığına tanık oluyoruz.
Bahsettiğiniz primitif (ilkel) idealizasyonla ilgili. Bu, her zaman tüketicidir. Mesela bazı kimseler bir şeye sahip olduklarında çok mutlu olacaklarını zannederler. Sanırlar ki sahip olacakları o şey, bir araba, ev, ya da filan kişi kendisini çok özel, bambaşka bir insan yapacaktır. Sahip olduklarında böyle bir şey olmadığını görürler ve o şeyi değersizleştirirler.  "Şu kadınla bir çıksam başka bir şey istemem " dediği kişiyle çıktığı zaman, bambaşka, acayip mutlu biri olmadığını fark eder.  “İyiymiş, güzelmiş” der, geçer. İlkel idealizasyonda yüceltilen şey çok az kalemlerdir "Kim bilir nasıl sevişiyor" dersin ama seviştiğin zaman görürsün ki, normal.
- Hayranlığı azalmayan kaç çift gördünüz?
Az değil, epeyce gördüm.
- Kayda değer bir kitle mi? 
Fena sayılmaz. Eskiden daha çoktu, giderek azalıyor.

‘Âşıksanız başka bir insana aktaracak duygunuz kalmaz’

- Cinsel arzusu körelen insanın arzuyu tazelemesinin çaresi ne?
Bunun çaresi, nedenine göre değişir. Azımsanmayacak sayıda çift, zaman içerisinde birbirini anne ve baba olarak gördükleri için cinsel arzuları körelir. Gene epeyce çift için temel neden tekrarlayan, doyum ve haz vermekten uzak, kötü sevişmelerdir. Çare de bunu yaratan nedenleri ortadan kaldırmak, yani ebeveyn algısını yaratan koşulları bulup çözümlemek ve doğru düzgün sevişmeyi öğrenmeleridir.
- Aşk tanımızda çok eşlilik yok, değil mi?
Aşk tüm duygularınızı içine çeker, alır. İlginizi, dikkatiniz, sevinciniz, coşkunuzu, heyecanınızı, isteklerinizi, arzularınızı bir kara delik gibi yutar, kendi içinde yoğurup ona kendi biçimlerini verir. Başka bir insana aktaracak duygunuz kalmaz.
- Psikanalist Adam Philips, "Tekeşliliği tanımı gereği tamamlayanın sadakatsizlik olduğunu” söylüyor. Buna ihtimal vermiyor musunuz?
Katılmıyorum. Freud'u en klasik ve en ham, en ortodoks şekliyle anlayanlar her şeyde sadece ödipal olanı görmek istiyorlar.  Aşkta ödipalite ve ödipal aşk yani çocukluğumuzda ebeveynimizle yaşadığımız aşkın bir izi, hatta kısmi bir tekrarı vardır. O zaman ermediğimiz mutluluğu şimdi yakalama şansımız vardır. Ama aşk sadece ödipal olandan ibaret değildir.
- Kişi âşık olduğunu söylüyor ama gözü dışarıda dolanmaya başladı?
Geçmiş olsun.
- Üçüncü kişi hikâyeye dâhil olduğunda, aşkın hiç yaşanmamış olduğunu mu söylüyorsunuz?
Evet. Aşk bir olasılıktır. İnsan bunu geliştirebilir, ne çok zor ne de çok kolaydır. Biraz daha olgunluğa ihtiyaç var sanırım. Mesela, çok aç olmamak önemli bir nokta.
- Sizin aşk tanımızda da saçmalama özgürlüğü yok, desek?  
Öyle şey olur mu? Aşk her şeyden önce bir heyecandır. “Belli bir düzlemde hareket eden, belli bir vektörü ve belli sınırlarda dengeli bir salınım gösteren heyecanların bileşkesine aşk diyoruz" demiyoruz.
- Tek eşli olmak hayatı kolaylaştırabilecekken, kişi neden çok eşlilikte ısrar etsin?
Bir sürü karakter için tek eşlilik ciddi bir sıkıntı kaynağıdır. Histriyonik ve narsistler, ne kadar çok insan tarafından beğenilirlerse o ölçüde kendilerinden memnun olurlar. Dolayısıyla her zaman insanların beğeni ve hayranlığını isterler. Bu kişilere sadece bir insandan hayranlık ve beğeni alacaksın, sadece bir insan seni arzulayarak demek bir nevi işkence gibi olur.
- Tek eşliliğin mal, mülk ve çocuk ekseninde icat edilmiş olduğu teorisini yok mu sayıyorsunuz?
İnsanın sevilmek, bağlanmak, düzenli yakınlıklar kurmak, sevişmek gibi duygusal gereksinimleri vardır. Toplumsal ve ekonomik etkenler, ideolojiler, din, üretim ilişkileri bunların nasıl yaşanacağı üzerine etkilerde bulunuyordur elbet. Şimdi bahsettiğimiz aşk ilişkilerine dair şeyleri mevcut koşullar için söylüyoruz. Yarın aile yapıları, çocuğun büyütüldüğü koşullarda radikal değişimler olursa bunlarda da değişiklikler olacaktır. Ancak aşk ve birini çok sevip ona bağlanma pek değişmeyecektir.

‘Evlilik, toplumsal baskının azaltmak için yapılan bir ilan’

- Peki, çocuk istemeyen âşık bir çift neden evlenir?
Aşk her şeyden evvel, çocuktan bağımsız bir şeydir. İnsan sadece çocuk yapınca âşık olmaz ki. Âşıklar beraber bir hayat sürdürmeye karar verir, sonradan da o birlikteliği çocukla taçlandırmak isteyebilirler de istemeyebilirler de. Çocuk istemiyorlarsa âşık değillerdir, diye bir şey söylenemez.
- Ancak soru şuydu; çocuk istemeyen çift neden evlenir?
Nikâh kısmı tamamen kültürel. İki insanın beraber yaşaması ayrı bir şey, bunu götürüp nikâh memuru karşısında millete ilan etmeleri başka bir şey. Toplumsal baskıları azaltmak için "Ey ahali, bundan sonra beraber yaşayacağız, cinsel hayatımız olacak. Hepinize de ilan ediyoruz, itirazı olan var mı" derler.
- Peki, bazı kişilerin geleceğe dair plan yapma süratleri yalnız kalma korkusundan mı kaynaklanıyor?
Temelinde yatan şey, kaybetme duygusu. Bu korkuyu duyanlar, kendilerini yeterince cazip bulmazlar. Hasbelkader biri, kendisini sevmişse her an kendisini terk edecek korkusuyla ona yapışmak, kontrol etmek ister.

‘Kadınlar ilişkiyi kaybetmekten daha çok korkuyorlar’

- Kaybetme korkusunun kadına atfedilmesinin sebebi, erkeğin 60'ında birilerine farklı sebeplerle hâlâ cazip gelirken, 40 yaş ertesindeki kadınların seçeneklerinin azalmasında mı yatıyor?  
Sadece yaşla da ilgili bir şey değil, toplumsal açıdan da birçok fark var. Bir adam kendisinden sosyal, kültürel ve ekonomik olarak daha zayıf biriyle rahatlıkla evlenebilir. Kimse de gidip ona, "Niye evlendin?" demez.  Bir kadından ise toplum, sosyo-ekonomik olarak kendinden daha iyi durumda olan,  en azından kendisiyle denk biriyle evlenmesini bekler. Dolayısıyla mesela üniversite mezunu, iyi eğitimli bir kadının çok az seçeneği vardır. Ayrıca, biriyle tanışma olasılıklarını da düşünürseniz, liste iyice kısalıyor. Dolayısıyla, bir ilişkiyi kaybetmekten daha çok korkuyorlar.
- Erkeklerin seçeneklerinin tükenmemesi, tutkunun ana dinamik olduğu ilk 6 aylarda takılıp kalmalarına neden oluyor mu?  
Olabilir ama başka sebepler de var. Artık insanlar sevgilileriyle yaşadıkları ilk sorunda "Ne uğraşacağım" deyip vazgeçiyorlar. Ayrıca, ayrılıklar da toplumsal olarak daha hoş karşılanıyor. Dolayısıyla, insanlar vazgeçilmez olmaktan çıkıyor. Bunun en önemli nedeni çağımızda kendilik patolojileri dediğimiz bir hâlin giderek yaygınlaşmasıdır. İnsanların kimlik bütünlükleri çok iyi gelişmiyor ve kendilerine saygı duymaları zorlaşıyor. Hep dışarıdan gelen yansımalarla kendilerini iyi hissediyorlar. Bilindikleri, onaylandıkları oranda rahat ediyorlar. İnsanlar bu yüzden dış görünümleriyle aşırı ilgili olmaya başladılar. Renkten renge, şekilden şekle giriyoruz. Çünkü bu, fark edilme, tanınma sağlıyor. Tabii bu ilişkiye de yansıyor ve hayranlık neredeyse aşkın tek ayağı haline geliyor. Yeterli sevgi, şefkat, gerçek kapsamlı bir idealizasyon ve sevgi olmadığı için sadece yüzeysel hayranlığa dayalı bir ilişki de uzun süreli olamıyor. Öte yandan hayranlık ihtiyacının fazlalığı tek kişiden alınan hayranlığı yetersiz hale getirdiğinden, hep yeni birilerinin, daha başkalarının hayranlığına koşuluyor.
- O zaman bağlanma korkusu nerden çıkıyor? 
Bağlanma korkusu birkaç durumda ortaya çıkıyor. Bağımlı karakterler, bunlardan bir tanesi. Karşı tarafın bizi çok sevmesi ve hiç bırakmaması için tamamen onun arzularına uygun hareket etmeye başlıyoruz. Bağlanma korkusu olduğunda da kişi, tamamen karşı tarafın arzularına göre hareket ediyor. Bu da bir süre sonra cendereye dönüşüyor. Kişi de sevilebilmek için köleye dönüşmektense kaçıyor. Bazı karakterler de nesneyi bırakmamaktan korkarlar. Mesela, hiç yakın arkadaşları yoktur, duygusal olarak fazla bir şey paylaşmazlar çünkü herhangi bir yakınlıktan korkarlar. "Kayısı ister misin?" gibi bir şey ikram etme teklifi, onlarda "Ne oluyor?" endişesi uyandırır. Aslında o kadar büyük bir ilgi ve sevgi açlığı içerisindedirler ki onun azalmasına, karşılarındaki kişinin bir an için bile gitmesine izin vermemekten korkarlar. Kayısı veren kişiyi ya bir daha vermezse diye yutmaktan korkarlar. Böyle bir arzu duyacaklarını bildikleri için de mesafesini hep korumak ister ve hiçbir duygusal yakınlığa izin vermezler.
- Peki, kıskançlığın yeri ne? Neden bazı insanlar kıskançlıktan kafayı çizerken, bazıları için ara başlık bile olmaz? 
En yaygın bilinen hata, "Seven kıskanır" cümlesindedir. Kıskançlık ve sevgi ters orantılıdır. Belli başlı 3 ana kıskançlık biçimi vardır: 1- Paranoid tipteki kıskançlıklar, bu projeksiyondan kaynaklanır. Kişi, kendisi flört etmeye eğilimlidir. Kendi isteklerini bastırıp, karşısındakini böyle olmakla suçlayarak rahatlamaya çalışır. Bu tip kıskançlıkta kişi karşısındakini her an sadakatsizlik yapabileceği varsayımı üzerinden suçlayarak, sürekli denetlemeye, kısıtlamaya çalışır, hayatı ona zehir eder.
Bazıları "Peki hocam, kıskanmayacak mıyız" diyorlar. Bir gün eşiyle birlikte bir adam geldi. "Ben karımı çok kıskanıyorum" dedi. "Hangi durumlarda kıskanıyorsunuz" diye sorunca "Benim karım masaj salonu çalıştırıyor, kendisi de çalışıyor" dedi. "Ne yapıyor?" diye sorunca, "Gelen adamlara masaj filan yapıyor" dedi. "Masaj mı" diye sordum, "Yok, hocam bir tek masaj değil, başka şeyler de yapıyor. Oral seks gibi şeylerle adamları boşaltıyorlar" dedi. "Siz o esnada ne yapıyorsunuz?" diye sorunca da "Ben de arkada çay yapıyorum" dedi. "Kıskanmamak, normal karşılamak mı istiyorsunuz" dedim. Adam da "Bilmiyorum valla hocam, ben de çıkamadım işin içinden" dedi.  Paranoid tipteki kıskançlıklarda tabii ki böyle bir durumdan bahsetmiyoruz.

‘Gerçekten seven insan saçma sapan şeyleri kıskanmaz’

Diğer kıskançlık biçimi de narsisistlerinkidir. Narsissistikler sevgililerinin kendilerinden başka herhangi bir şeyle ilgilenmesinden rahatsız olur ve her şeyi kıskanırlar.  Diyelim ki, çiçekleri seviyorsun. "Ne var ki yani bu çiçeklerde" der. Aslında "Benim kadar ilgilenilmesi gereken, enteresan bir şey varken neden bunlarla uğraşıyorsun” diyordur. Üçüncüsü de bağımlıların kıskançlıkları. Bağımlılar kendilerini yeteri kadar çekici, sevilebilecek biri olarak görmezler.  Bu yetersizlik duyguları nedeniyle her an eşlerini başkası kapacak korkusu içinde yaşarlar.
- Kıskançlığın çaresi ne?
Gerçekten seven bir insan böyle saçma sapan şeyleri kıskanmaz. Dolaysıyla kıskançlığın çaresi sevgidir. Bu arada başka bir tip kıskançlığı unuttuk,  o da aslında eşcinsel eğilimleri olup bunu dolaylı yoldan yaşamaya çalışan insanların kıskançlıklarıdır.  Bu vakalarda gerçek anlamda bir kıskançlıktan bahsedemeyiz. Daha çok kabul edemedikleri kendi arzuları dolayısıyla yaşadıkları kızgınlıklar söz konusudur.   Şöyle ki, bir önceki hikâyeden yaklaşık iki hafta sonra baş ağrısı yakınması olan bir adam eşi ile birlikte geldi. Bir tarikattalar, karısı da şeyhin kızı. “Karımın yakın bir çocukluk arkadaşıma ilgisi var diye şüpheleniyordum. Ben de bunu ortaya çıkarmaya karar verdim, hocam” dedi. “Ne yaptınız” diye sorunca anlattı:“Karıma ‘Biz niye hiç fantezi yapmıyoruz’ dedim. ‘Ben bilmem’ dedi. Sonra kabul etti ama ‘Ne istersin’ diyince yine ‘Bilmem’ dedi. Ben de ‘Mesela başka bir adam çağırsak, ister misin’ diye sordum. ‘Ne yapacağım başka adamı, ben istemem’ diyince  ‘Yok, yok sen düşün’  dedim. O da ‘Olabilir’ dedi. Kim olsun diye konuşurken ‘Arkadaşımın adını vererek O olsun mu’ dedim.  Önce ‘Yok’ dedi ama ısrar edince kabul etti. Sonra arkadaşıma gittim dedim: ‘Biz düşündük, seni bir akşam davet etmeye karar verdik.’ O da kabul etti. O gece çocukları uyuttuk, sofrayı hazırladık, yemeği yedikten sonra yatak odasına geçtik. Hocam bunlar, bir güzel sevişmeye başladılar. Gözümün önünde seviştiler hocam! Acayip sinirlendim. Sinirden zaten bir şey yapamadım. Bunlar seviştiler, boşaldılar; sonra da yattılar, uyudular. Beni sabaha kadar uyku tutmadı! İçeri gidiyorum, bıçağı alıp doğrayayım ikisini de, diyorum. Sonra çocuklar aklıma geliyor, vazgeçiyorum."
- Bu adamın motivasyonu ne?
Yukarıda söylediğim gibi aslında kendisi adamla beraber olmak istiyor ama bu arzusu tamamen yasak olduğu için, böyle bir arzuyu fark etmesi dahi imkânsız olduğu için bu arzuyu karısına yansıtıyor. Adamı isteyen kendisi değil de karısı imiş gibi.   Adam bu olay olduktan 10 gün sonra baş ağrısı ile geliyor çünkü bu 10 gün boyunca karısıyla her gün 4-5 kez cinsel ilişki kuruyor. Adam 5 kilo vermiş, perişan olmuş sevişmekten. Karısına sürekli o geceyi anlattırıyor. “Dilini ağzına soktu, ne hissettin" gibi sorularına cevap aldıkça adam, kendini karısının yerine koyuyor ve arkadaşıyla seviştiğini hayal ediyor.  Bastırılmış, yasaklanmış eşcinsel arzuların bu şekilde tatmin bulma çabaları sık görülen bir durumdur. Kadınlarda da bu örneklere sık rastlıyoruz.  Mesela eşine ya da partnerine diyor ki:   "Kendini başka bir kadınla hayal et ve bana anlat." Kadın, adam "Şimdi Ayşe'yi öpüyorum" derse uyarılıyor. Yani, adam bir köprü, aracı vazifesi görüyor.
YARIN: Prof. Dr. Doğan Şahin cinselliği ve aşk acısını anlatıyor…

Sekste kadınlar ne ister? Erkekler Ne ister?

'Türkiye’de insanların yüzde 90'ı aynı şekilde sevişiyor’


Prof. Doğan Şahin: Erkekler görsel uyaranlardan, kadın güvenince daha çok etkileniyor


- A +

- Hazal Özvarış 
hazalozvaris@gmail.com
Prof. Doğan Şahin, T24’e verdiği söyleşinin dün yayımlanan ilk bölümünde “aşk”ın neden tesadüf olmadığını anlattı. “Aşk, bir tamamlanma arzusudur” diyerek kimin, kime, neden âşık olduğunu karakterlerdeki arızalar üzerinden özetleyen Şahin, söyleşinin ikinci bölümünde dümeni cinselliğe ve aşk acısına kırıyor.

Şahin, genel sekreteri olduğu Cinsel Eğitim ve Araştırma Derneği’nin (CETAD) Türkiye örneklemi üzerinde yaptığı araştırmaya göre kadınların cinsel bilgileri kocalarından öğrendiğini, erkeklerin de yanlış şeyler bildiklerini söyledi.
“Türkiye’de insanların cinsel hayatlarını filme alsan, yüzde 90'ının neredeyse aynı sırayla, aynı şekilde seviştiğini görürsün…”  diyen Şahin’e göre “Birbirini gerçekten, sağlıklı bir şekilde seven iki insanın cinsel problem yaşama ihtimali yok gibidir.”
Aşk derken, bir ümitten bahsettiğinin altını çizen Şahin, “Günümüzde aşkı en çok bozan şeylerden biri kıymet vermemek” diyor ve aşk acısını, biten ilişkinin neden sonlandırılamadığını, terk edilmenin neden bu kadar acıttığını anlatıyor.
Aşk acısının tedavisi mümkün mü, sorusuna ise Şahin’in verdiği cevap net: “Mümkündür.”
Söyleşinin ikinci bölümü için lafı uzatmadan, sözü Prof. Şahin’e bırakalım. Buyrun.

‘Erkekler görsel uyaranlardan, kadın güvenince daha çok etkileniyor’

- Cinsellikte hayranlığın rolü ne? 
Bir şeyi ne kadar çok beğeniyorsanız onu yaşamaktan o kadar çok keyif alırsınız. Beğendiğiniz bir yerde olmak, mesela boğaza karşı kahve içmek daha keyiflidir.  Bir kişiye ve onun bedenine duyduğunuz hayranlık, onu sevme isteğinizi de artırır. Çok güzel bulduğunuz bir dudağı öpme, mest olduğunuz bir beli sarma isteğiniz daha fazla olacaktır.  Ancak öte yandan cinsel arzunun kendinden kaynaklanan bir kısmı da vardır.
- Açar mısınız? 
1- Bu kirazı görürüm, çok beğenirim ve canım bu kirazı yemek ister. 2- Acıkmışımdır, bir şey olsa da yesem, diye bakarım ve kirazı görürüm, yerim. İlkinde kirazı yememi sağlayan temel şey, kirazın güzelliği veya ona duyduğum arzu iken ikincisinde benim acıkmış olmamdır.
- Peki, kadınlar ve erkekler fizyolojik olarak nelerden etkilenir?
Erkekler, karşısındaki insanın kaşı, gözü, kalçası, göğsü gibi görsel uyaranlardan daha çok etkileniyor. Kadınlar için erotik uyarıda ise duygusal yakınlığın daha büyük önemi var. Kadın, erkeğe güvenirse uyarılabiliyor. Evrimsel açıdan bakarsak erkek, kadının doğurganlığına, kadınsa çocukları olursa kendilerine bakma ve sahip çıkma potansiyeline bakıyor.
- Söyledikleriniz, tek gecelik ilişkiler için de geçerli mi?
Geçerli. "Bu adam arkamdan atıp tutmaz, az buçuk bir şerefi vardır" diye düşündüğü insanlarla daha rahat beraber olabilir. Ayrıca, erkeklerin uyarılmaları fizyolojik olarak çok daha hızlı olur. Cinsel aktiviteye girme aşaması hızlı cereyan eder ama herhangi bir engelleme ile karşılaştıkları zaman da çok çabuk geçer. Alev gibi, hızlı ateş alıp hızlı sönüyor. Kadınlar daha geç uyarılıyor ama uyarıldıkları zaman hemen geçmiyor, daha geç soğuyorlar.

‘Erken boşalmayı kontrol edemeyen erkek bize gelecek’

- Sağlıklı cinsel ilişki ikisinin ortalaması mı?
Uyum iyi bir şeydir ama her şeyin ortalaması en uyumlu olan olmadığı gibi uyumlu olsun çabası renksiz bir şeye de dönüşebilir. İki taraf da her seferine çok zevk alacak, acayip orgazm olacak diye bir şey yok. “Bir sana, bir bana” da olabilir. Tabii ki erkekler, fizyolojik olarak demin aktardığımız gibi olmalarına rağmen tecrübe kazandıkça uzun süre uyarılmaktan da keyif almayı öğrenirler. Bunu kadınlarla paylaştıkça, beraber uyarılmışlık düzeyinde kalmanın orgazm kadar güzel bir keyif olduğunu gördükçe bir an önce orgazma gideyim sevdasından vazgeçerler. Erken yaşlarda erkek niyet etse bile kendisini hızlı zevk almak ve orgazm olmaktan alıkoymakta zorlanır. Boşalmayı kontrol edebilse bile ki öğrenmesi kolay bir şeyden bahsediyoruz, o yaşta hızlı boşalmayı tercih edebilir.
- Erken boşalmayı kontrol edemeyen erkeğe ne öneriyorsunuz?
Bize gelecek.  Yani, cinsel terapi eğitimi olan bir meslektaşıma. Terapi ile 8 haftada boşalma kontrolünü öğretiyoruz ve boşalmanın kontrolünü kişinin iradesine bırakıyoruz. Tedaviden sonra istediği sürede boşalmayı öğrenmiş bir insan haline geliyor.
- Kadınlar için süreç nasıl işliyor?
Boşalma ile ilgili yaptığımız şeyi özetleyebilirim ama yanlış anlaşılmalara çok müsait. Erken boşalan kişi refleks olarak,  omurilikten boşalır.  Biz boşalmanın beynin kontrolü ile olmasını sağlıyoruz. Korteksin kontrolüne veriyoruz ve beyin omuriliği kontrol eder hâle geliyor. Orgazm olamayan kadınlarda ise beynin aşırı kontrolü vardır. Onlarda da beyinden alıp, omurilikten boşalır hâle getiriyoruz. Çoğu seks terapisi gibi bu da 8 hafta sürüyor. Çözüm ne beyni ne de omuriliği tamamen yok etmekte değil, ikisinin de ayrı keyfi var. Vajinal, klitoral orgazmlar gibi… Hepsinin ayrı yeri var.

‘Kadınlar evlenene kadar doğru düzgün cinsel bilgiye sahip olmuyor’

- Cinsel sorunların bir kısmı da öğrenilen geleneksel cinsel rollerden kaynaklanıyor. Kadınlar, cinsellikte neyi, nasıl öğreniyor?
Maalesef bu içler acısı bir durum. Biz CETAD olarak, Türkiye örneklemi üzerinde bir araştırma yapmıştık. Kadınlara, cinsel bilgilerini nereden öğrendiklerini sorduk. Evli kadınların çoğu "Kocamdan öğrendim" diyor. Bunun anlamı şu, evlenene kadar doğru düzgün cinsel bilgiye sahip olmuyorlar. Kadınların diğer bilgi kaynaklarını da büyük oranda aile ve akranlar oluşturuyor. Cehaletin kol gezdiği kaynaklardan bahsediyoruz. Yapılan araştırmada kocaya "Ne biliyorsun" diye sorunca, onların da sadece yanlış şeyler bildiklerini tespit ettik.
- Ne biliyorlar?
Saymakla bitmez. Mesela “Kadınlar, erkekler kadar cinsel istek duymaz”, hatta “Kadınların cinsel istekleri olmaz” zannediyorlar. Veya “Erkek, her zaman cinsel istek duyar”  zannediyor. "E, kendine neden bakmıyorsun? 24 saat cinsel istek mi duyuyorsun?" diye sorunca "Bende olmuyor ama öyledir" diyor. 24 saat sürekli sekse hazır bir makineye inanıyor. “Kadın cinsel isteğini belli etmemelidir”, “Fazla ses çıkarmamalıdır”, “Seksi erkek götürmelidir” sanıyorlar. “Erkek, kadının ne zevk alacağını bilir” diyor, nereden bildiğini sorunca da "Ben bilirim, tahmin ediyorum" diyor. Kadınlar da kocalarından öğrendikleri için bunlara inanıyorlar. Erkeklere cinsel bilgilerini nereden öğrendiklerini sorduğumuz zaman cevap akranlar, ergenlikteki dergiler, internet, basın oluyor.

‘Haydar Dümen aynı mitleri tekrar etti’

- Basından ne tür cinsellik haberleri takip ediyorlar?
Haydar Dümen gibi gazetelerde cinsel köşe yazanları...
- Türkiye’de cinsellik deyince akla düşen ilk isimlerden olan Dümen'in eksileri ve artıları ne?
Dümen'in cinselliğin konuşulmasında büyük bir rolü var ama yanlış konuşulmasında da bir o kadar rolü oldu. Aynı mitleri tekrar etti: “Bir kadın çok istekli olmamalıdır”, “Erkek her zaman isteklidir” vs. Düzeltmeye çalıştığımız önemli şeylerden bir tanesi de cinselliğin mizah ve alay konusu yapılmadan konuşulabilmesini sağlamak. Dümen, kişileri gülünç duruma düşürerek cevap veriyor. Örneğin, “Günde 3 kez cinsellik yaşıyorum" diyene "Sen azmışsın, seni teneşir paklar" gibi cümleler kuruyor.
- Pornografinin cinselliği yanlış öğrenmeye katkısı ne?
Önemli bir rolü var. Çünkü erkeklerin "İnternetten öğreniyorum" dediği bilgilerin çoğu pornografik yayınlar. Onlar da yalanlarla, yanlışlarla dolu.
- Erotizmi "emek ve sabır isteyen bir tutku kültürü" olarak tanımlayan Enis Batur’un sözlerinden yola çıkarsak, “Türkiye’de erotizmden öte pornografiye yatkınlık var” algısı ne kadar yanlış?
Cinselliği yemek yemeğe benzetirsek, mesela Türkiye’de ne kadar incelmiş bir sofra kültürümüz var ki? Cinsel arzular ne kadar arıtılmış, ne kadar incelmiş,  damıtılmışsa o kadar keyif verici olur. Öbür türlüsü fizyolojik doyumdan ibarettir.  “Eti önce şaraba yatıralım, defne yaprağı ile ovalım, çeşitli soslarla bezeyelim, 2 gün bekletelim” gibi bir kültürümüz yok ki. Mangala atıp yiyoruz. Olduğu gibi.  Göçmenliğin bunda ciddi bir rolü var. 3 gün orada, 3 gün burada kalmaktan kaynaklanan “Geçerken alıp götürürüm” anlayışı var. Yerleşik hayata, incelmiş zevklere geç geçmemizin önemli etkileri var.

‘Bir tek kadın değil, adam da ‘ağzına al, yala’ demeye utanıyor’

- Maddiyatı ve yerleşikliği sindiren insanların cinselliği daha mı oturaklı?
Öyledir, çünkü yerleşiklikle zevkler, süslemeler, bezemeler başlar. Bütün o jartiyer, dantel, ışık, perde vs. hep emek, bolluk, yerleşiklik ve vakit gerektiren şeylerdir. Cinsellik, acil bir durumla kesilebilecek, dar vakitlerde, kıtlıkta yaptığın bir şey ise “Hemen yapayım, bitireyim” istersin.
- Yan odada pornografi izlemek, dışarıda Madonna aramak veya yatak odasındaki suskunlukta dürüstlük yoksunluğunun etkisi ne?
Utanç çok yaygın bizde. Kadınlar cinsel arzuları olduğunu söylemekten, özel bir şey istemekten utanıyorlar. Sadece cinsellikte de değil, misafirliğe gidince “Bir karpuz kesin de yiyelim” demek görgüsüzlük sayılıyor. Dolayısıyla rutin neyse, geleneksel neyse ona uyum sağlamaya çalışan, kendi bireyselliğini bilmeyen, itaat üzerine dizayn edilmiş bir topluluktan bahsediyoruz.
Cinsellikte de bir tek kadın değil, adam da "ağzına al, yala" demeye utanıyor. Anadolu'da "Televizyon çıktı da dudaktan öpüşmeyi öğrendik" lafını duydum. Çünkü orada cinsellik, birleşmeden ibaretti.  Neyse ki televizyon icat edildi ama o da başka bir çeşit tek tipleşme yarattı. Cinsellik şahsi bir şey olmasına rağmen insanların büyük çoğunluğu aynı dizgide sevişmeye başladı: Sevişme arzularını belirttikten sonra çift öpüşmeye başlıyor, öpüştükten sonra birbirlerini okşamaya başlıyorlar, kadınların göğüsleri okşanıyor, erkekler çok okşanmıyor, belki biraz cinsel organ okşanırsa okşanıyor, biraz ıslandıktan sonra da cinsel birleşme yaşanıyor. Bu standart sevişmedir. Her evde başka bir yemek görürsün, ama cinsel hayatlarını filme alsan, Türkiye’de insanların yüzde 90'ının neredeyse aynı sırayla, aynı şekilde seviştiğini görürsün. Kişiler konuşmadıkça, kendi arzularını söylemedikçe bundan pek matah bir şey çıkmaz.

‘Cinsellik dışında hiçbir problemimiz yok, diyenler kendilerini tanımıyor’

- Yüzde 90'ın cinselliği konuşmadığı bir toplumda, aşka iyimser bakışınız ne kadar gerçekçi?
Ben bir ümitten bahsediyorum. Yoksa bir sürü arıza var. Herkes ya da insanların çoğu ideal aşk yaşıyor diye bir iddiam yok.  Ama aşkın geçici olmak zorunda olmadığını, kaderinin her zaman giderek azalıp sönmek olmadığını söylüyorum. Aşk iyi bakılırsa, gereken özen ve kıymet verilirse giderek gelişir, güçlenir. Günümüzde neden böyle olmuyor çünkü insanlar ilişkiye ve birbirlerine çok yatırım yapmıyor, pek kıymet vermiyorlar. Aşkı en çok bozan şeylerden biridir kıymet vermemek. Bir insan kendisine yeteri kadar kıymet verilmediğini tekrarlayıcı bir şekilde algıladığı zaman aşk duygusunu sürdüremez.
- Peki, aşkta cinselliğin yeri ne? 
Önemli bir parçasıdır. İlişki sadece güven üzerinden de gelişebilir ama bu kişiler bağımlıdırlar. Aşk veya hayranlık yoktur, iki kişi birbirlerine mukayyet olurlar. Bazı insanlar da birbirlerini çekici bulabilirler, çok uyumlu bir cinsel hayatları olabilir. Bu da bir ilişki için çok da fena sayılmayacak bir zemin oluşturabilir. Ama bir ilişki sadece cinsel uyumdan ibaretse de tek bir ayak üzerine kurulu hiçbir ilişki çok sağlıklı bir şekilde ilerlemez. Bağımlılar bunu daha kolay sürdürürler. Ama sadece cinsel ilişkiliye dayanan beraberliğin ömrü, bağımlılığa dayalı bir beraberliğe göre daha kısa olur.
- Normal bir çift, âşıklar ama cinsellik uyuşmuyor. Bu kombinasyon ne kadar mümkün?
Zor. Birbirini gerçekten, sağlıklı bir şekilde seven iki insanın cinsel problem yaşama ihtimali yok gibidir. Çünkü sağlıklı sevginin içinde cinsel arzu zaten vardır.  Birbirini cinsel nesne olarak, arzu nesnesi olarak algılamak zaten vardır.  Şöyle çiftler çok geliyor mesela, "Doktor bey, biz birbirimize çok düşkünüz, çok seviyoruz. Cinsellik dışında hiçbir problemimiz yok." Hakikat şu: Bu kişiler kendilerini tanımıyor, ne yaşadıklarının farkında değiller. Biraz konuşmaya başlayınca bir sürü sorun olduğunu görürsünüz. Cinsel gelişimlerinde sorun olabilir, sevgi ile şehveti birleştirmelerinde sorun olabilir, birbirlerini anne, baba gibi algılamaya başlamış olabilirler ya da kırgınlıkla karşılaşıyorsunuz. Birbirlerine kızgınlıkları, hatta düşmanlıkları vardır mesela. Güvenmiyorlardır birbirlerine. Karşı tarafın varlığına, ilişkinin süreceğine, kendisini seveceğine, esirgeyeceğine, iyi günde kötü gününde yanında olacağına güvenmeyen insan, kendisini açamaz, duygularını bırakamaz, cinsel olarak uyarıya açık olmakta zorlanır. Sevişemez demiyorum ama kendisini bırakamaz. Kolay kolay da orgazm olamaz. Ortak bir hayat sürdüreceğinize dair hayalinizin gerçekleşme ihtimalini az görüyorsanız, o insanın sizi hayal kırıklığına uğratmasından korkuyorsanız, son derece uyumlu davranıp terki önlemeye çalışıyor olsanız da duygularınızı özgürce hissedip yaşayamazsınız.

‘O sütü yapmayacaksın!’

- Anne, babaya aşklarını çözümleyemeyenlerin cinsel hayatı nasıl şekilleniyor?
Çocukluğumuzda ebeveyne âşık olmamız normal ve doğaldır ama sonra 6 yaş civarında geçer. Bunun geçmediği kişilere histerik diyoruz.  Bunlar hala bilinçdışı bir biçimde erkekler annelerine,  kadınlar babalarına âşıktırlar. Dolayısıyla bu kişilerin bir bölümü zaten cinsel aşk ile sevgiyi; şehvet ile şefkati aynı kişiye karşı hissedemedikleri için evlenemezler. Birilerine âşık olur ama ona cinsel arzu duyamazlar ya da cinsel arzu duyar hatta ilişki kurabilirler ama o kişilere de aşk hissetmezler.  Öte yandan daha hafif durumlarda evlilikler, uzun süreli birliktelikler olur ama bunların da cinsel hayatları sıklıkla sorunlarla doludur.
En sık rastladığımız sorun bir süre sonra birbirlerine cinsel ilgi duymamaya başlamalarıdır. "Biz birbirimize severek evlendik, sonra cinsel arzu yavaş yavaş bitti. Şimdi bacı-kardeş gibiyiz. Ama ayrılmayız, çünkü birbirimizi çok seviyoruz" diyenlerin büyük bir bölümünü histerikler oluşturur. İki insan birbirilerinde çocukluklarında âşık oldukları anneyi ve babayı bulmuşlardır. Ancak bu benzeşme başlangıçta çok büyük ölçülerde değildir. Ama insanlar birbirlerini istedikleri kılığa sokma konusunda çok mahirdirler. Hele hele birbirlerini seven insanlar bunu çok daha iyi yaparlar. Annesinden nasıl bir muamele gördüğünü karşı tarafa öğretmeye başlar. Mesela adam der ki "Annem her sabah bana bir bardak süt ısıtırdı, çok güzel olurdu.” Kız da "İyi, ben de ısıtayım" der. Yavaş yavaş kader ağlarını örer. Önce süt, sonra çorba… Bir süre sonra adam, onu annesi gibi görmeye başlar ve annesi gibi algıladıkça da cinsel isteği azalır ve sevişememeye başlar. Çünkü araya suçluluk duygusu giriyor ve birbirlerini cinsel nesne olarak algılamamaya başlıyorlar.
- Çare sütü yapmaya reddetmekte mi?
O sütü yapmayacaksın! Sütü önüne bıraktığın gün, geçmiş olsun. Ama bu sadece bir örnektir. Karşınızdaki insanı anne, babanız yapmanın başka yolları da var. Bazen erkek, sözlü olarak söylemez ama kendisine eşyalarını toplamadığı, çoraplarını ortada bıraktığı için kızan bir annesi vardır. Evlenir ve anneyi eşinde bulmak için çoraplarını ortalığa bırakır. Eş de, normal olarak "Şu çoraplarını televizyonun üzerine koyma" demeye başlar.
- Peki, ilişki bitmesine rağmen sonlandıramayanların derdi ne?
Bir sürü farklı sebep söz konusu olabilir. Bağımlılık, korkular, hayatla başa çıkamama endişeleri, yalnız kalma korkusu...
- Suçluluk duygusunun nasıl bir rolü var?
Bazı insanlar, sevgiliyle beraber olmanın,  ona "Hayat boyu seni seveceğim" sözü vermek olduğunu sanıyor. İnsanların hislerinin değişmeyeceğine dair vaatte bulunmuşlar gibi hissediyorlar. Duyguları değiştiyse de "Ben artık bir şey hissetmiyorum" demek, durumu kabullenmek istemiyorlar. Duygusal tutarlılığı sürdürmek çoğu insan için çok daha önemli.
- Duyguların değişme ihtimalini teslim ediyorsunuz, ama aşkta hayranlığın azalmasına karşı keskinsiniz. Çelişki yok mu?  
Aşk da tüm duygular gibi değişmemeye karşı efsunlanmış filan değildir. İyi bakmazsan, bozarsan azalır tabii. Ama azalmak onun kaderi değildir. Eğer ona iyi bakarsanız azalmak zorunda değil. Bunu biz azaltıyoruz çünkü bir sürü arızamız var. Her şeyi bozduğumuz gibi aşkımızı da bozuyoruz.  Başka şeylere olduğu gibi,  evinize bakmazsanız, dükkânınıza bakmazsanız, ortalığı bok götürür.  İşine,  iş yerine özen göstermeyen,  evine de, eşine de pek bakmıyor. Hatta kendisine de pek bakmaz. Çünkü en temelinde kendini yeterince sevmemek, kendini güzel ve mutlu bir hayata layık görmemek vardır.  Yarım saat uğraşsa, mis gibi pırıl pırıl yapacağı bir odayı, hayvan bağlasan durmaz şekilde tutan biri, kendisini de, mutluluğunu da, hayatı da önemseyemiyordur. İlişkisini de önemseyemeyecektir. Mesela bir çift geliyor, adam "Karımın duyguları azaldı, cinsellik de azaldı" diyor. Bakıyorsunuz, kendilerini salmışlar,  saç baş dağınık, bakımsızlar, herhangi birinde sevişmek bir kenara öpüşmek isteği dahi bırakmayacak durumdalar. Sonra da diyorlar ki   "Beni eskisi kadar arzulamıyor."  Arzulanacak hâl mi bırakmışlar, bunu düşünmüyorlar.

‘Cinsellik, yakınlık anlamına geldiği için özellikle yaralar’

- Ve vaktiyle birbirlerine âşık olan çift ayrıldı...  Bu süreçte en sık duyduğumuz cümlelerden biri "Şimdi bir başkasıyla…"
Tabii.
- "Şimdi bir başkasıyla" cümlesinde cinselliğin ağırlığı, sizin için ne demek?
Erkekler sevdiklerinin bir başkasıyla cinsel yakınlığını, kadınlar ise duygusal yakınlığını daha acı verici olarak algılamak eğilimindedirler. Aslında ikisinde de ortak olan şey “özel” bir şeyin, mahremiyetin paylaşılmasıdır. İki aşığı özel yapan önemli şeylerden bir tanesi cinselliktir. Yakınlık anlamına geldiği için de cinsellik insanları özellikle yaralar. Ayrıca, kültürün dayattığı namus gibi öğeler de onun şekillenmesinde rol oynar. Buradaki temel, "Benimle kurduğu o yakınlığı şimdi başkasıyla kuracak" olmasındadır.
İnsanların bir bölümü ise, karşı taraf mutlu olur korkusuyla ayrılamaz. Onun mutsuz olacağından emin olsa, birçok çift daha kolay ayrılır. Birçok insan için iyi bir ilişki, iyi bir evlilik hayatta başarılacak önemli alanlardan bir tanesidir. Biten bir evlilik de başarısızlık anlamına gelir. Adam ayrıldıktan sonra "Bir ilişkiyi bile yürütemedim, mutlu olamadım" demeye başlar, karşı taraf da evlenir ve mutlu olursa, perişan olur. Arızanın kendisinde olduğunu görmektense ayrılmayı tercih etmez. Bazı insanlar bu yüzden ayrıldıktan sonra karşı tarafın keyfini takip eder, “Üzülüyor mu yoksa mutlu mu" sorusuna cevap arar; çok mutlu olunca üzülürler, ama her gün ağlıyorsa kendilerini iyi hissederler.
- Kişi dikişi tutturamayınca mı çıkar bu arıza?
Evet.

‘Acı sıralaması kime daha çok duygusal yatırım yaptığınıza göre değişir’ 

- "Dünyayı başına yıkmazsam namerdim”  benzeri cümleler, tanıdıklarına yorulmadan kişiyi kötülemek, camına taş atmak gibi işlere kalkışanların harcadıkları efor, enerji kaybı mı, yoksa acıyı atlatma sürecinin bir parçası mı?
Mesleki olarak onu zor duruma düşürmeye çalışan, amirlerine şikâyet eden, ailesine "Biliyor musunuz, kızınız orospu" gibi mektuplar yazanlar oluyor. Bunların önemli bir bölümü nevrotik düzeyde değil, borderline kişilik örgütlenmesinden muzdarip insanlar. Kendileri ve nesneleri yani diğerlerini tamamen iyi ya da tamamen kötü olarak algılarlar.
Bir insan kendisini ne kadar iyi hissettiriyor, kendisini özel ve değerli algılamasını sağlıyorsa, o kadar iyidir. Ne kadar kendisinde olumsuz duygular uyandırıyorsa, sevilmediğini, önemsenmediğini hissettiriyorsa da o kadar kötüdür. Kendisini terk eden veya aldatan insan, onlar için birdenbire canavara dönüşür ve her türlü kötü muameleyi hak eder.  Eğer bu nesne iyi, değer verdiği biri ise ve "Kusura bakma ama ben seninle arkadaşlık edemeyeceğim, çünkü rezil bir insansın" derse, kendisini çok kötü hissedecektir ama o nesneyi değersizleştirir, onu kötü ve değersiz olduğunu düşünürse, onun kendisini istememesi o kadar acı verici olmayacaktır. Onu, değersiz, aptal, kötü, rezil biri olarak algıladığında onun seni istememesinin vereceği acı azalmış olur. Karşı tarafın beş para etmez olduğuna daha kolay inanmak için de kendine ittifaklar ararsın. Onu herkese kötülediğinde ve herkes onun kötü ve aşağılık biri olduğuna inandığında bu değersizleştirmeyi daha kolay yaparsın. Dolayısıyla o nesneyi sadece kendi gözünde kötü yapman da yetmiyor, kamusal olarak da kötülemen gerekiyor. Böylece, daha önce sevdikleri insanı aniden nefret nesnesine dönüştürüyorlar.
- Peki, bir acı sıralaması yapsanız, aşk acısı kaçıncı sıradan listeye girer?
İnsandan insana değişir. O kişiye ne kadar duygusal yatırım yaptıysanız, canınız o kadar acır.
- Yatırım büyükse, aşk acısı evlat acısıyla eş değer olur mu?
Evladınıza, kocanızdan ya da sevgilinizden daha çok yatırım yaptıysanız, evlat acısı daha çok da olur. Birçok kadının dünyasında kocalar, fazla yer tutmaz; kenarda, geçim sağlayan, dandikten bir tiptir. O yüzden evlat acıları daha yüksektir.

‘Aşk acısının tedavisi mümkün’

- Biri kapınızı çaldı ve "Doktor Bey, aşk acısı çekiyorum. Ne olur yardım edin" dedi. Ona yardımcı olabilir misiniz? Aşk acısının tedavisi mümkün mü?
Tabii, aşk acısının tedavisi mümkündür. Ama “Aşk acısı çekiyorum" diyen herkes aynı şeyden bahsetmemektedir. Bazıları terk edilme acısından gelir. Bazıları yanıt alamamanın acısıyla gelir ama aslında bir hukukları bile yoktur. Aşk yaşanmışlık üzerine kuruludur. Dolayısıyla bu hikâyede aşk filan yoktur.
- Tedaviye gelen çoğunlukla hangi temel karakterler?
Hepsinden gelir. Bağımlı da, narsist de, histerik de… Mesela, borderline'lar çok çabuk nesne değiştirdiklerinden karşı tarafın anlamayacağı şekilde çok kolay öfkelenirler dolayısıyla aşk acısıyla gelenlerin bir kısmını da borderline ile sevgili olmuş kişiler oluşturur. Mesela beraber akşam yemeğine gittiler, sevgilisi eski okul arkadaşına denk geldi ve biraz sohbet etti. Borderline, kendisini dışarıda hissettiği için ertesi gün çeker gider. Kişi de ne olduğunu anlamadığı bu terk edilme acısıyla bize başvurur. Benzer hikâyelerle, beklenmedik şekilde terk edilen insanlar da aşk acısı yaşarlar. Çünkü onlar için henüz bitmiş bir ilişki yoktur, hâlâ seviyorlardır, sadece karşı taraf dengesizlikten çekip gitmiştir. Böyle bir terk karşısında da üzülmekte bir tuhaflık yoktur. Her bağın kopması insana acı verir.
-Peki, terk edilmekte insana bu kadar koyan ne?
Farklı nedenler olabiliyor. Mesela bağımlılar için terk eden nesne, önemli bir destek figürü ise ayağının altından toprak kaymış gibi hisseder. "Bütün dünyam kararmış gibi" derler, neredeyse yaşam ünitesinden çekilmiş gibi hissederler. Ama bağımlıların aşk acısı çabuk geçer. Yeni bir nesneye kolaylıkla bağlanabilirler. Narsistikler de terk edilince çok acı çeker.

‘Narsistik karakterler ne kadar sevildiğini görmek için mahsustan kötü davranır’

- Starlıklarını kaybettikleri için mi?
Evet. Şöyle çok fazla vaka gördüm: Narsistik özellikler gösteren kişi beraber olduğu insanı beğenmiyor, küçümsüyor, aşağılıyor. Aslında o kişiyi sevmiyor filan değildir, ne kadar sevildiğini görmek için mahsustan kötü davranıyordur. Karşı taraf her seferinde alttan aldıkça kendisini daha değerli hisseder. Ama karşı taraf, sürekli mutsuz olmaktan sıkılır ve onu terk eder. Narsistin de birdenbire büyük bir aşk acısına gark olduğunu görürsün, şaşırırlar. Çünkü o insanın kendisini sevmesi sayesinde kendisini iyi hissediyordu. Terk edildikten sonra da onu geri kazanmak ister.
Histerikler 3. şahıs nedeniyle terk edilmeye dayanamazlar. Bu herkes için zordur ama histeriklerde 3. şahıs, Philips'e gönderme yaparsak, ödipal üçgeni tamamlayan şahıs olduğu için ödipal acıları pekiştirir. Çocukken siz babanıza çok âşıksınızdır ama babanız her gün başka bir kadınla yani annenizle yatıyordur. Her gün terk edilmişlik acısı yaşarsanız. Sevdiğiniz adam da başka biriyle olmak için sizi terk ettiğinde bütün eski acılarınız açığa çıkar. Büyük bir aşk acısıdır bu.
- Peki, ayrılma sürecinde karşı tarafın işgal ettiği rüyalara ne kadar değer verilmeli?
Rüyalarımız her zaman önemlidir. Rüyalar, bir insanı anlamak için en önemli anahtarlardandır. Çünkü yalan söylemezler; en azından rüyanın ne demek olduğunu kavrayana… Yani, "Rüyamda gördüğüm insanı çok seviyorum" gibi bir şey yok. Ayrıca, unutmamak lazım, rüyadaki insanlar, nadiren rüyada görülen insanlardır. Sevgilini gördün zannedersin, babanı görmüşsündür; babanı gördün zannedersin ama o eski sevgilindir.

‘Aşk acısı terapiyle 2-3 ayda önemli ölçüde azalır’

- Aşk acısı çekene sistematik olarak nasıl yaklaşıyorsunuz?
Diyelim ki zatıâlileri bir aşk acısıyla geldi. Önce güzelce olay ne anlamaya çalışıyoruz. Nasıl tanıştılar, ilişki nasıl gidiyordu vs. O da oraya buraya saldırmadan bugüne kadar nasıl geldiklerini, ilişkilerinin tarihi görüyor. Biz de iki kişinin tarihini almış oluruz. Bu adam kim, babası mı, hangi boşluğu dolduruyor, şimdi gitmesinin anlamı ne?
Epeyce bir insan, geçmişte elde edemediği bir sevgiyi, bu kez elde edeceği varsayımıyla ilişkiye girer. Mesela kendisini iten kakan bir babası vardır.  Bu baba alaycı, burnundan kıl aldırmayan bir tiptir. Kadın da gider, örneğin böyle tiplere âşık olur. Ama kader ağlarını örer, âşık olduğu adam “Orada niye böyle yaptın”, “Neden öyle dedin, salak mısın?" demeye başlar ve kişiyi değersizleştirir. Bir süre sonra da çekip, gider. Siz de kişinin tüm bu hikâyeyi anlamasını sağlamaya çalışırsınız.
- Kişinin hikâyeyi anlaması ortalama ne kadar sürüyor?
Birkaç ay sürer ama kendi kişiliğini çözümlemeyi barındıran bütünlüklü bir çalışma 3-4 sene sürer.
- Kişi hikâyesini anlayınca acının miktarı azalıyor mu?
Büyük ölçüde azalır.
- Ve kendi başına ortalama bir yılda atlatılacak acı 2 ayda...
2-3 ayda önemli ölçüde azalır.
- Söyleşinin başında “aşk, eşi bulunmaz bir insana denk geldiğin hissiyle gelir” demiştiniz. 2 ayda bu kadar kuvvetli bir hissin yaratacağı acıyı nasıl çekip çıkarıyorsunuz? İnsan bu kadar büyük bir kaybın verdiği acıyla nasıl vedalaşabilir?
Çekip, çıkarıyoruz, yepyeni, mutlu bir insana dönüşüyor demedim.  Önemli ölçüde azalır dedim. Kolunuz da eşsiz ve yedeksizdir ama kopunca onun da acısı geçer. Öte yandan insanların biten bir ilişkiye dair acılarının içinde çok sayıda çarpıtılmış algılar vardır. Çoğu kimse sıkıldığı, artık bitsin dediği, kıymet vermediği hatta aldattığı halde, ilişkileri bitince ya da karşı taraf terk edince büyük bir aşkları varmış gibi davranabiliyorlar. Bu ilişkinin bitmesi için dua etmiş olduklarını, sevgililerini kaç kez aldatmış olduklarını, başkalarıyla flört etmekte olduklarını filan görmezden geliyorlar. Ayrıca karşı tarafa ilişkin olumsuz algıları ve yargılarını da unutuyorlar.  Birbirini çok seven iki insanken, çok mükemmel, büyük bir aşk yaşarken, birden bire beklenmedik şekilde terk edilmişler gibi algılamayı seçiyorlar. Çok da uzun sürmeden ilişkilerinin tarihine ve geldiği noktaya dair daha gerçekçi bir algıya sahip olurlar ve bu da acılarını önemli ölçüde azaltır.
- Sizi ziyaret edenlerin yüzde kaçı aşk acısıyla geliyor?
Terapiye gelen insanların azımsanmayacak bir bölümü, ya ilişkileri bitmek üzereyken ya da ilişkileri bittikten sonra gelir. El ele, kol kola gezen insanlar gezmek, denize girmek varken terapiye neden gelsin?
- Doğan Bey, söyleşiyi sonlandırmadan soralım. Tüm bunları aşkı yakalayan biri olarak mı anlattınız?
Gayret eden diyelim. Karıncaya demişler ki, “Nereye gidiyorsun”; demiş, “Hacca gidiyorum.” “Nasıl gideceksin Hacca, ömrün yetmez" demişler, "Hiç değilse yolunda ölürüm" demiş.  Öte yandan hüsrana, hayal kırıklığına uğramış insanlara şunu da söylemek isterim ki, ama aşk günümüzde hakikaten Don Kişot’luk gibi bir şeye dönüşebiliyor.  Sen uğraşıyorsun ama karşı taraf uğraşmayabiliyor.  

KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR

HEDEFİNİ ŞAŞIRMIŞ BİR İSYANIN ÜRÜNÜ OLARAK KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR Doğan Şahin   GİRİŞ Bu yazıda son yıllarda giderek artan her şe...