İzleyiciler

10 Mart 2020 Salı

TELEVİZYON VE MEDYANIN TOPLUM PSİKOLOJİSİNE ETKİLERİ





KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI VE PSİKİYATRİ


Doğan Şahin
İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri AD
Sosyal Psikiyatri Servisi

“Gelecekten umudu tümüyle kesmek doğru değildir,
çünkü sinemalarda ışıklar söndüğünde
hala öpüşenler var.”
Adorno


GİRİŞ

Özellikle okuma alışkanlığı olmayan ülkemizde kitle iletişim araçları arasında televizyonun çok ayrı bir yeri vardır. Ülkemiz son yıllara kadar televizyon seyretme oranında ABD’den sonra ikinci iken, son iki yıldır, dünyada en çok televizyon seyredilen ülke ünvanını kazanmıştır. 
Ortalama günde 5 saat televizyon izleyen bir milletiz.  Hafta içi günlerde ortalama televizyon izleme düzeyi 5,09 saattir. Hafta içi günlerde 10 saat ve daha fazla televizyon izlediğini belirtenlerin oranı %18,7’ dir.  (RTÜK Raporu)
Gelir düzeyi ile televizyon izleme düzeyi arasında negatif bir korelasyon gözlenmektedir. En az televizyon izleyenler 2.001 YTL ve daha fazla geliri olanlardır (4,27 saat) (RTÜK Raporu)

Program türlerine göre  izlenme düzeyleri :
Haber programları %74,8,
Yerli diziler %56,8,
Eğlence-güldürü-talk show %42,2,
Belgeseller %40,8,
Yabancı sinemalar %40,8,
Dini programlar %40,5,
Açık oturum ve tartışma programları %40,4,
Türk filmleri %37,3,
Sır programları %34,7,
Yarışma programları %32,1,
Spor programları %30,
Müzik programları %28,2,
Türk halk müziği %28,1,
Kültür-sanat programları %21,3,
Türk pop müziği %20,9,
Türk sanat müziği %20,8,
Magazin programları %18,2,
Ekonomi programları %15,4,
Yabancı diziler %14,4,
Yabancı müzik %12
Çocuk programları %11,2,
Kadın programları %10,8
Evlilik yarışmaları %6,8.

Kitle iletişim araçları ve iletişimsizlik
Ülkemizde ortalama bir kişi zamanının %28’ini televizyon izleyerek geçirmektedir. %33’ünü uyumakla, %33’ünü çalışmakla ve %6’sını bu faaliyetlerin dışındaki diğer faaliyetlerle geçirmektedir.  İnsan ilişkilerine, sevgiye, dostluğa, kendini geliştirmeye ve iletişime zaman kalmamaktadır.
8 saat uyku, 10 saat çalışma-yol, 5 saat TV seyretme, 1 saat  insani ve sosyal ilişkiler
Bir Amerikalı çocuğun haftada 28 saat televizyon seyrettiğini, bunun bütün bir yıla  oranlanması ile okulda geçirilen zamanın iki misli gibi çarpıcı bir sonucun çıktığı görülmektedir.

Çocuklar düzenli bir alışkanlık olarak TV seyretmeye 2- 2,5 yaşında başlamaktadırlar. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de çocuklar televizyon seyretme konusunda tamamen özgürdürler. %82 oranında televizyon izlemek ile ilgili kararlarını kendilerinin verdiklerini söylemekte, istedikleri programı seçmekte, istedikleri saate kadar televizyon başında oturabilmektedirler.

İnsanların bu kadar yoğun bir şekilde kitle iletişim araçlarını izlemelerine karşın, bilgilenme oranları son derece düşüktür. “Bilgi” ve “enformasyon” bolluğunda “doğru bilgi” ye ulaşmak gittikçe daha kompleks bir hal almıştır. İletişim kanallarındaki niceliksel artışa karşın niteliksel bir düşüş başlamıştır.
Bilginin hızlı dağılımı hızlı tüketimi getirmiş, medyanın izleyiciye sundukları ticari bir metaya dönüşerek, reyting yarışında, heyecan, eğlence ve keyif yaratmak bilgilendirmenin önüne geçmeye başlamıştır.
Bilgi/enformasyon akışı niceliksel olarak artarken, nitelikte düşüş olmuş, “içerik” sorunları ortaya çıkmıştır.
Ülkemiz 254 televizyon kanalı ve 1092 radyo istasyonu ile yoğun bir  rekabet/izlenme savaşına sahne olmakta ve bu ortamda medya “bilgilendirme ve toplum adına denetleme” temel işlevini yitirerek, ticari kaygılar sonucu “eğlendirme” işlevini ön plana çıkarmıştır.
İzleyicinin ilgisini ayakta tutmak amacı ile, haberler de dahil olmak üzere, televizyon yapımları eğlence sektörünün bir parçası haline gelmiştir.
Bu da iki önemli tehlike içermektedir; sansasyonel haberlerde sansasyon amacı ile moral bakış açısının çarpıtılması ile öznenin temel insan onuru ve haklarına özensizlik ve bu haber kalabalığı içinde demokrasi için hayati önem taşıyan “karar alma” mekanizmaları için gerekli “enformasyon/bilgi”nin eksikliği ya da sansasyonel olay katmanları arasında konuların gerçek boyut ve anlamlarının göz ardı edilmesi.


MEDYANIN TOPLUMU ETKİLEME YOLLARI

Kitle iletişim araçları toplumu şu mekanzimalar aracılığı ile etkilemektedir:
  1. Model alma
  2. Özdeşim
  3. Duyarsızlaştırma
  4. Sosyal duygusal gelişim üzerine etkileri
  5. Şiddeti meşrulaştırma 
  6. İnsani değerlerin kaybını meşrulaştırma
Model Alma
Kişinin tecrübelerinin yetmediği durumlarda problem çözmede başarılı modellere uyum gösterme gibi bir özelliği vardır. Kitle iletişim araçları hangi davranış ve tutumları problem çözücü olarak sunuyorsa, bu konularda danışma ve öneri gereksinimi olan insanlar bir model olarak benimsemektedir.
Özdeşim
İnsan ruhsal yapısının önemli elemanlarından biri ego idealidir. Ego ideali büyük ölçüde,   idealize edilen ebeveynlerle özdeşleşme yoluyla gelişir. Ancak tüm yaşam boyunca toplumsal etkilere de açıktır. Özdeşleşme değerler sistemimizi, neyin doğru neyin yanlış olduğu ve nasıl davranmamız gerektiğini belirleyen süperego oluşumunda da belirleyici bir etkiye sahiptir.    
Anne- baba çocuk ilişkilerinin mevcut ekonomik koşullarda sınırlandığı bir ortamda, anne-babaların idealizasyonu ve rol modeli olma güçleri hayli zayıflamıştır. Özellikle çalışan anne babaların çocukları anne babalarıyla   geçirdikleri zamandan daha fazlasını TV ile geçirmektedirler. İşin kötüsü anne babayla geçirilen zamanın önemli bir bölümü de gene TV izlenerek geçirilmektedir.  
Anne-babaların idealize özdeşim nesneleri olma olanaklarını azaltan bir etken de çoğu anne babanın TV da izledikleri kahramanlara göre daha sıradan, daha basit ve ehemmiyetsiz kişiler olmalarıdır.
Bir başka etken ise anne babaların ne yaptıkları ve nasıl çalıştıklarının çocuklar tarafından  gözlemlenme olanaklarının çok sınırlı olması ya da kalmamasıdır. Usta çırak ilişkisi bitmiştir. Çağdaş yaşam gün boyunca aileyi parçalar, herkesin kendi programları vardır.

Duyarsızlaştırma
Duyarsızlaşma, korku ve kaygı verici uyarıcılardan kaçınmak ya da onun etkisini en aza indirmek için bilinçli ya da bilinçsiz olarak benimsenen bir yoldur. Şiddet ve cinsellik abartılı bir biçimde ve çok sık olarak ekranlarda görüldüğünde, bu görüntülerin neden olduğu, rahatsızlık veren duygulardan kaçınmak için bir duyarsızlık oluşur. Bu nedenle film ve program yapımcıları özellikle bu iki temel konuda duyguları uyarabilmek için dozu giderek artırmaktadırlar. Bu durum duyarsızlaşmanın daha çok pekişmesi sonucunu getirmektedir.

Sosyal – duygusal gelişim
Toplumsallaşma ya da sosyalizasyon, belirli bir grubun ya da toplumun yaşam tarzının öğrenilmesi, aynı zamanda da karşılıklı bir etkileşim sürecidir.
Bu öğrenme sürecinde toplumdaki kalıp davranışlar birey tarafından kişiselleştirilir ve sonuçta birey o topluma ya da gruba ait bir kimlik geliştirir (Demir, 2004).
Toplumun düşünce, değer ve davranış örüntüleri kültür sayesinde bireye aktarılmaktadır ve bu aktarımda  en büyük ortamı medya oluşturmaktadır.
Kitle iletişim araçlarıyla toplumun davranış kalıpları, değerleri ve düşünce tarzları bireylere kazandırılır ve öğrenilenlerin içselleştirilmesine yardımcı olunur (İsen & Batmaz, 2002).

Şiddetin meşrulaştırılması
ABD'de yapılan bir araştırmada televizyonda şiddet kullanılan sahnelerde saldırganların % 73'ünün cezasız kaldığı görülmektedir. Bu gibi durumların aşırılığı, çözümsüzlük, umarsızlık gibi duyguların daha çok görülmesine ve yerleşmesine neden olabilmektedir.  Türkiye’de, çocukların en çok tv seyrettikleri saatlerde gösterilen filmlerdeki şiddet düzeyini araştıran bir  çalışmada,  yayınlanan 80 filmde   şiddet sahnelerinin zamansal oranının % 33.1 olduğu,
% 13.8'ini fiziksel şiddet (vurma, yaralama, öldürme),
% 10.9'unu sözel şiddet,
% 8.4'ünü ise psikolojik şiddetin oluşturduğu belirlenmiştir (Ayrancı ve ark., 2004).
Son otuz yılı aşkın bir süreçte, kitle iletişimi üzerine yapılan araştırmalardaki ezici bir bulgu, medyadaki şiddet sahnelerine maruz kalmanın çocuklarda saldırgan davranışları arttırdığı olmuştur.”

ABD’nin Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü “televizyonda şiddete maruz kalmanın, ölçülen diğer davranışsal değişkenlerde olduğu gibi, saldırgan davranışlarla güçlü bir ilişki gösterdiğini” bildirmiştir (National Institute of Mental Health, 1982).

Medyanın, izleyiciye istediği şeyleri sunduğu savunması doğru değildir, çünkü sayısız çalışmada halkın istediğinin gerçekte böyle aşırı bir şiddet olmadığı ortaya konmuştur.

ABD‘de 2000 yılında yapılan bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarına göre, katılımcıların % 72’si TV’de çok fazla şiddet olduğunu, % 80’i bu tür programların toplum için zararlı olduğunu, % 77’si medyada gösterilen şiddetten çok rahatsız olduklarını, % 81’i TV şirketlerinin bu tür ürünleri kısıtlamaları gerektiğini, % 61’i ise popüler programların daha kötüleştiğini dile getirmişlerdir.

Sosyal-bilişsel öğrenme kuramına göre, şiddet içeren programları izleyen bireylerin bilişsel şemalarında düşmanca bir dünya temsil edilmektedir. Bireyler arası ilişkilerin şiddet içeren şemalara, senaryolara ve inançlar sistemine dayandırıldığı bir ortamda sosyalleşen çocuklar, bu tür davranışları gözleyerek, taklit etmekte, henüz 2-4 yaşlarında isteklerini tepinerek iletmeye çalışma gibi saldırgan davranışlara başvurmaktadırlar.
Çocukların yaşı ilerledikçe ailelerinde, akranlarında, yaşam alanlarında ve her gün saatlerce izledikleri TV’de gözledikleri ve içselleştirdikleri senaryolar daha karmaşık ve otomatik hale gelmekte, saldırgan davranışlara ilişkin fantezileri ve belleklerinde önceden depoladıkları senaryolar güçlenmektedir. Çevrelerinde aşırı şiddet gözlediklerinde, böyle bir dünya hakkındaki bilişsel şemaları öteki kişilerin davranışlarına saldırganca anlamlar yüklemelerine yol açmakta, bu da saldırganca davranma olasılığını artırmaktadır.
Şiddet sahneleriyle defalarca karşılaşan bireylerin zaman içinde bu tür olaylara alışır ve duyarsızlaşırlar.   Böylece şiddete karşı duyarsızlaşarak olumsuz duygusal tepki göstermeyen bir kişi, şiddet hakkında düşünürken rahatsızlık duymayacak, hatta şiddet içeren planlar kurmaya yatkın olacaktır ya da diğer saldırganları mazur görecektir

Saldırganca davranan çocuklar, bu duygularında yalnız olmadıklarına inandıklarında, davranışları için ihtiyaçları olan gerekçelere kavuşacaklar ve kendilerini daha mutlu hissedeceklerdir, çünkü medyada olağan gibi sunulan şiddet, onların bu gereksinimlerini fazlasıyla karşılamaktadır.
İlişkisel saldırganlık; vurma-kırmanın ötesinde, dedikodu yapmaya, akranları dışlamaya ve ilişkilere zarar vermeye yönelik saldırganlıktır. Bu konudaki boylamsal araştırma sonuçları, okuldaki ilk yıllarda daha fazla şiddet içeren filmler seyreden çocukların daha sonraki yıllarda da daha fazla sözel, ilişkisel ve fiziksel saldırganlık gösterdiklerini, olaylara anlam yüklemede yanlı davrandıklarını ve daha az olumlu sosyal davranışlarda bulunduklarını göstermiştir.

İnsani değerlerin kaybını meşrulaştırma
Medyadaki şiddetin yarattığı şiddete karşı duyarsızlaşma olgusuyla ilgili sonuçlara göre, çocuklar şiddet içeren filmler izledikçe gerçek dünyadaki şiddete daha az tepki vermekte, başkalarının yaşadığı acı ve sorunlara karşı ilgisiz kalmakta, empati duymamakta ve toplumda giderek artan şiddet olaylarına daha fazla hoşgörü göstermektedirler.

Medyadaki şiddetten etkilenen küçük yaşlardaki çocuklar kendilerinin de şiddet kurbanı olabileceklerini düşünmekte ve korku-kaygı geliştirmektedirler. Bu çocuklarda; ağlama sıklığı, kucak isteme, saldırganlık eğilimi, uyku bozuklukları, kekeleme, tuvalet alışkanlıklarında bozulma, güven sorunları, sosyal etkileşimden kopma, yeme düzensizlikleri, psikosomatik bozukluklar, benlik değerinde düşme, dikkatini odaklaştırma sorunları ve depresyon eğilimi artmaktadır.

 ÇAĞDAŞ MEDYANIN TOPLUMSAL ETKİLERİ
Medya tek başına bir etken olmasa da diğer ekonomik, siyasi, sosyal etkenlerle birlikte şu sonuçların ortaya çıkmasında ve pekiştirilmesinde rol oynamaktadır:

İletişimsizlik
Kültürsüzleştirme
Apolitizasyon
Tüketimi artırma

Ülkemizde 254 televizyon kanalı ve 1092  radyo yayın yapmaktadır. TRT dışındaki televizyon kanalları ve radyoların önemli bir bölümü büyük sermaye gruplarının elindedir. En çok izlenen TV kanalları birkaç kişinin ve hükümetlerin denetimindedir.
Medya istenilen insan tipi ve davranışlarının yaratılmasında en önemli rollerden birini üstlenmektedir.

Kapitalizmin gelişmesi ve egemenliğini kurması ile birlikte, sömürülen sınıflar da örgütlenmiş, politikleşmiş ve muhalif bir güç olarak ortaya çıkmışlardır. Başlangıçta çok kanlı savaşlara ve çatışmalarla  iktidarını sağlayabilen egemen sınıflar, zamanla daha yumuşak ama daha etkili yolları kullanmayı öğrenmiştir. Durumlarından memnun olmayan kitleleri, oyalamayı, apolitikleştirmeyi ve kolay yönlendirebilmeyi  başarmıştır.

Nasıl ki, ülkeler arasındaki sömürü, doğrudan sömürgeler yaratmak yerine, gönüllü ve zorunlu anlaşmalar ve işbirlikleriyle sağlanmaya başlanmışsa ülke içindeki çatışmaların çözümü için de benzer yollar bulunmuştur. Sömürülen kitlelerin önüne basit hazlar, eğlenceler atılmakta üstelik bundan da kar edilmektedir
Sonuçta medyanın yarattığı insan modeli aşağı yukarı şöyledir:
Yalnız, sahipsiz, kimsesiz, kuşatılmış
Düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen,
Kolay yönlendirilebilen,
Basit ekonomik çıkarları dışında bir şey önemsemeyen,
Basit ve ilkel zevkleri olan
Sadece kendisine verilecek işi bilen
Başkalarının sorunlarına ve acılarına duyarsız


Gerektiğinde kiralık katil olabilecek
Basit çıkarları için zalimle işbirliği yapabilecek

Bütün bunlara karşın umutsuz olmamak gerekiyor, çünkü bunlardan rahatsız olan değişim isteyen bilim insanlarının ve aydınların sayısı giderek artmaktadır. Ancak bizim bir şeyleri görmeiz yetmez, bunları insanlara anlatmak, toplum ruh sağlığını bozan, inasani değerleri tahrip eden etkenleri teşhir etmemiz gerekir.

Bir de Tv yi kapatıp öpüşsek, konuşsak, okusak, tartışsak, örgütlensek......


KAYNAKLAR
American Medical Association (1996). Physician guide to media violence. Chicago: AMA,
Anderson, C.A., & Bushman, B.J. (2002). Media violence and societal violence. Science, 295, 2377–2378.
Aydın, O. & Aydın, G. (1993). Ekranda izlenen şiddet saldırgan davranışları arttırır mı? Psikiyatri, Psikoloji ve Psikofarmakoloji Dergisi (3P), 1 (Ek 4), 43-51.
Ayrancı, Ü., Köşgeroğlu, N., & Günay, Y. (2004).Televizyonda çocukların en çok seyrettikleri saatlerde gösterilen filmlerdeki şiddet düzeyi. Anadolu PsikiyatriDergisi, 5 (3),133-140.
Buchanan, A. M., Gentile, D.A., Nelson, D.A., Walsh, D.A. & Hensel, J. (2002). What goes in must come out: Children's media violence consumption and aggressive behaviours at school. Paper presented at the International Society for the study of Behavioural Conference, Ottowa, Ontario, Canada.
Bushman, B.J., & Anderson, C.A. (2001). Media violence and the American public: Scientific facts vs media misinformation. American Psychologist, 56 (5-6), 477-489.
Bushman, B.J., & Huesmann, L.R. (2001). Effects of televised violence on aggression. In Singer, D.G., Singer, J.L., eds. Handbook of children and the media. Thousand Oaks, CA: Sage, 223-254.
Demir, N. (2004). Birey, toplum, bilim: Sosyoloji temel kavramlar. Ankara:Turhan Kitabevi.
Gentile, D.A., Walsh, D.A., Ellison, P.R., Fox, M. & Cameron, J. (2004). Media violence as a risk factor for children: A longitudinal study. Paper presented at the American Psychological Society 16th Annual Convention, Chicago, Illinois.
Gökler, B. (1993). Çağımızda çocuk ve şiddet. Psikiyatri, Psikoloji ve Psikofarmakoloji Dergisi (3P), 1 (Ek4), 33-36.
Huesmann, L.R., Moise-Titus J., Podolski, C.L. & Eron, L.D. (2003). Longitudinal relations between children’s exposure to TV violence and their agressive and violent behaviour in young adulthood: 1977-1992. Developmental Psychology, 39(2), 201-221.
İsen, G. & Batmaz, V. (2002) Ben ve toplum. İstanbul: Om Yayınları.
Johnson, M.O. (1996). Television violence and its effect on children. Journal of Pediatric Nursing, 11, 94-99
Mert, S. (2004). Magazin ve yarışma programlarının gecekondulu kadınların kente uyum sürecindeki etkileri. H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
National Institute of Mental Health (1982). Television and behavior: 10 years of scientific progress and implications for the eighties. Washington, DC: US Government Printing Office.
Özer, Ö. (2005a). Yetiştirme kuramının eleştirel bağlamda değerlendirilmesi: Televizyonun rezonans etkisine dair bir araştırma. Kültür ve İletişim, 8(1), 127-161.
RTÜK (Nisan-2004). Televizyon Yayınlarında Koruyucu Simge Sistemi Uygulamaya Yönelik Model Geliştirme Çalışma Grubu Raporu- Uygulama Rehberi. Ankara.
Walsh, D.A. & Gentile, D.A. (2001). A validity test of movie, television, and video-game ratings. Pediatrics, 107 (6), 1302-1308.
Zuckerman, D.M. & Zuckerman, B.S. (1985). Television’s impact on children. Pediatrics, 75(2), 233-240.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR

HEDEFİNİ ŞAŞIRMIŞ BİR İSYANIN ÜRÜNÜ OLARAK KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR Doğan Şahin   GİRİŞ Bu yazıda son yıllarda giderek artan her şe...