12 EYLÜL DARBESİYLE
HESAPLAŞMA
Prof. Dr. Doğan Şahin
Askeri Diktatörlüğün İnsan Hakları Sicili
650 bin kişi gözaltına alındı,
bunların hemen hepsi işkence gördü. 1990 yılına varıldığında gözaltına alınan
ve işkence görenlerin sayısı 1.000.000’u geçmişti. Diktatörlüğün ilk 3 yılında gözaltı
dönemi sonsuza kadar uzatılabiliyordu. 200 günden uzun işkence görmüş onlarca
hasta gördüm.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi
yaşamını yitirdi. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 14 kişi açlık
grevinde öldü, 16 kişi “kaçarken” vuruldu, 73 kişiye “doğal ölüm raporu”
verildi,
43 kişinin “intihar ettiği”
bildirildi, 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
1 milyon 683 bin kişi fişlendi, Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı,
1 milyon 683 bin kişi fişlendi, Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı,
7 bin kişi için idam cezası
istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, idam cezası verilenlerden 50’si asıldı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi,
30 bin kişi “sakıncalı olduğu için işten atıldı, 14 bin kişi vatandaşlıktan
çıkarıldı, 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
937 film “sakıncalı” bulunduğu için
yasaklandı, 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl
hapis cezası istendi, 40 ton gazete ve dergi yakıldı.
İktidarlar Neden Terör ve Şiddete Başvurur ?
Muhalafetten, iktidarı normal
koşullarda ellerinde bulundurmamaktan korkan iktidarlar sıklıkla toplumu
korkutmak için terör ve şiddete başvururlar. 12 Eylül askeri diktatörlüğünün kasten
terorize ve travmatize ettiği kesim tüm vatandaşlardır. Diktatörlük herhangi
bir şekilde kendisine veya düşüncelerine karşı çıkan, bunların yanında olmayan
herkesi travmatize edeceğini göstererek ve bu konuda sınırlarının da olmadığını
açıkça belli ederek, tüm toplumu herhangi bir siyasi konuyla ilgilenmemeleri,
ilgileneceklerse de büyük kuramcı Kenan Evrenin dediklerini tekrar etmelerini
dikte etmiştir.
Bütün bunlar her türlü muhalefeti
susturmak ve yok etmek için kullanıldı. Bireyleri korkutmak, korkmayanları
korkana kadar şiddete maruz bırakmak ya da öldürmek, sonuç olarak da iktidarı
ellerinde bulunduranların istediği gibi düşünen ve davranan bir toplum
yaratılmak istendi.
Şiddet en kestirme sonuç veren
siyasi yöntemdir. Fütursuzca uygulanan şiddet eninde sonunda insanları korkutur
ve sindirir. İnsanlar farklı düşünüp de başları belaya gireceği olasılığını
bile göze almamak için düşünmekten, siyasi konularda kafa yormaktan korkar
olurlar. İnsanlar birlikte hareket etmenin, birlikte bir şeylere itiraz etmenin
nasıl şiddetle cezalandırıldığını gördüklerinde birlikte hareket etmekten
özenle kaçınır olurlar.
Şiddetin Toplumsal Psikolojik Sonuçları
İnkar: Uzun yıllar boyunca azalmadan devam eden gözaltılar ve
işkencelerin yarattığı terör her şeyden önce suskunluk yaratmıştır. Neredeyse
bir tanıdığı işkence görmemiş kimse kalmamasına rağmen, uzun yıllar boyunca
ülkemizde işkence yapıldığı resmi makamlar tarafından inkar edilmiş, geriye
kalanlar da buna inanmak istediklerinden inanmış gibi yapmışlardır. Mesela bir
milyon insanın işkence görmüş olmasına ve işkencenin çok ağır ruhsal sorunlara
yol açtığı bilinmesine kadar 1990 yılına kadar tam 10 yıl boyunca hiçbir
kongrede işkence gündeme gelmemiş, işkence ile ilgili bir yayın yapılmamıştır.
Psikiyatri camiası da askeri
diktatörlüğü açıkça desteklemese de suskun kalmıştır.
Çünkü, başa çıkılamayan şiddet ya
da şiddet tehdidi, iki nedenle inkara yol açar:
Yanı başınızda her an sizi tehdit
eden bir şeyin varlığını bilerek ve hissederek rahat edemez, günlük hayatınızı
sürdüremezsiniz. İşkencehanelerin yanı başında yaşayan insanlar bile, belki
işkence seslerini duyarak günlük hayatlarını sürdürüyorlardı. İkincisi ise
bilmenin ve akılda bulundurmanın bir şey yapmaya zorlayabilme ihtimalidir.
Ülkenin dört bir yanında yüzbinlerce insanın işkence görmekte olduğunu bilen
dürüst bir insan buna itiraz etme sorumluluğu ile karşı karşıya gelecektir. İtiraz ettiğinde aynı işkencelere maruz
kalacağını bildiğinden en güvenli yol ya inkar etmek ya da saldırganla
özdeşleşmekti.
Saldırganla Özdeşleşme: Yani askeri diktatörlüğün toplum üzerine
uyguladığı acımasız şiddetin yol açtığı travma ile başa çıkmada insanların en
sık kullandığı ikinci yol, saldırganla özdeşleşmekti.
Askeri diktatörlüğün dili kısa
zamanda halk arasında yayıldı. Bu dil
şunu söylüyordu: Ülke bir iç savaşın eşiğine gelmişti ve onlar hiç
istemedikleri halde mecbur kalarak, yönetime el koymuşlardı, bu işin tüm
suçlusu ülkede barış ve huzuru sağlayamayan siyasi parti liderleriydi. Ayrıca
huzursuzluk çıkaran herkes de suçluydu. Hak arayan işçiler, işçilerin hakları
için mücadele eden sendikalar, memur dernekleri, sivil toplum örgütleri,
herhangi bir şey için mücadele eden, hak arayan, örgütlenen herkes suçluydu.
Bir çok kişi askeri diktatörlükle
kısa sürede uzlaşmak için saldırganla özdeşleşmenin çeşitli biçimlerini
kullandı.
Anayasa referandumu öncesindeki
televizyon programlarından birinde iktidar partisini temsilen katılan, parti önde gelenlerinden bir
zat şöyle demişti. ”Darbe olduğunda ben bir okulda müdürdüm, solcu öğrenciler
okulun teksir makinesinde bildiri basıyorlardı ve ben hiçbir şey yapamıyordum.
Darbe olmasaydı her şey çok kötüye gidecekti, olunca her şey normale döndü.” Bugün,
aradan 30 yıla yakın zaman geçtikten sonra bile, darbelere karşı olduğunu,
darbeler olmasın diye mücadele ettiğini söyleyen bir partinin temsilcisinin
dili hala aynı. Hala o zamanlar hayranlık ve şükranla izlediği ve özdeşleştiği
Kenan Evren’in diliyle konuşuyor.
Dünyadan, gerçeklerden, bilimden uzaklaşıp, mistisizme, büyüye yönelme:
10 yıldan uzun süren sistematik şiddet ve baskının bir sonucu ise
ümitsizlikti. Bu dünyanın daha iyi, daha adil, daha kardeşçe olabileceğine dair
ümitleri yok etmesiydi. Bu dünyadan ümitleri kalmayan, gerçek dünyayla mutlu olma yollarının
tükendiğini düşünen insanlar, kendilerini gerçek dışı, mistik şeylere
yöneltirler. Bu dünyanın yerini öte dünya alır. İnsanları öte dünyadaki sonsuz
mutluluğa ulaştıracak kılavuzlar, hayali kurtarıcılar, şeyhler, cemaat
liderleri türer.
Eyleme dökme: Baskı ve şiddetin toplum psikolojisine önemli
etkilerinden biri de tıpkı travmatize bireyler gibi toplumun da ya hep ya hiç
reaksiyonları vermeye başlamasının ortaya çıkmasıdır. Toplum yaşadığı
korkuları, çaresizlikleri, zayıflık ve acizlik duygularını gidermenin bir yolu
olarak, güç kullanabileceği ve başkalarını ezerek kendini güçlü hissedebileceği
durumlarda şiddet kullanmaya başlar. Futbol maçlarında çıkan kavgalardan, sık
sık yaşanan linç girişimlerinden, son on yılda giderek artan çeteleşme
hareketlerine kadar, tüm toplumda giderek artan şiddet bunun uzamış
göstergelerdir.
Ama hepsinden önemlisi tüm bu
mekanizmaların bireyleri ve toplumu gerçeklerden uzaklaştırmış olmasıdır.
Bildiğini bilmiyormuş gibi yapmak, gerçeği olduğu gibi kavradığında yapması
gerekenleri yapmaktan korktuğu için dış gerçekliği çarpıtarak algılama
alışkanlığın yaygınlaşmış olmasıdır.
Psikiyatri Topluluğu ve Üniversiteler Ne Yaptı?
Ülkemiz psikiyatrisi bir kurum
olarak düşünüldüğünde diktatörlüğe destek olmamış, onunla aktif bir şekilde iş
birliği yapmamıştır. Ancak başta YÖK ile üniversiteler kontrol altına alınmış,
muhalif olabilecek olası öğretim üyeleri üniversitelerden uzaklaştırılmışlardı,
kürsüler açık bir destek vermeseler de karşı da çıkmamış, sesiz bir şekilde
dönemin kazasız belasız geçmesi beklemişlerdir.
Ancak bu bekleyiş her yerde her
zaman o kadar sessizce de olmamıştır. İstanbul Üniversitesi senatosu Kenan
Evrene fahri hukuk profesörlüğü ve hukuk doktorluğu verilmesini oy birliği ile
kabul etmişti. Gene bu dönemde askeri diktatörlükle çeşitli biçimlerde
işbirliği yapan, işkenceler yardım eden, işkenceleri gizleyen raporlar veren hekimler
olmuştu. En çok konuşulan ve rahatsızlık veren ise Prof. Dr. Turan İtil tarafından yürütülen
çeşitli etik ve insanlık dışı uygulamalar olmuştu.
Bu araştırmalardan biri HZI
Vakfından Turan İtil tarafından yapılmıştır. 2700’ü tutuklu olan 5000 kişi
üzerinde bir “araştırma” yapan Prof. Dr. Turan İtil Nokta Dergisine şunları
söylemişti: “Bunların elinde olmayan bir şey var, içgüdüleri var, bunu
anlayabilmek için iki tanesini görmeniz kafi, üç taneye gerek yok. Öyle bir şey
ki bunlar, buluttan nem kapan insanlar, kendileri de bilmiyorlar, kontrol
edilemeyen bir kızgınlıkları var.
Terörist olmasalardı da katil olurlardı. Uluslararası bir araştırma
yaptık, Türkiye’nin çeşitli hapishanelerindeki teröristlerle görüştük, üstelik
bu araştırmanın güvenilir yanı kim terörist kim değil diye bir kuşkunun
olmayışı. Üzerinde çalışılan şahıslar, gerçekten bir suç işlemiş kişiler. Biz
bunların bilgisayar programcısı yapılmasını önerdik. Bir de en iyi ilaç yaştır.
Kimse 40 yaşından sonra terörist olmaz. O halde kırka kadar beklemek gerek. 40
yaşına kadar içeride tutulmaları gerekir. Pahalı bir yöntem ama idamdan daha
iyi”.
Yaptığım bir işkence araştırması
sırasında konuştuğum kişiler bana bu araştırmaların bir kısmına Cerrahpaşa
Psikiyatri Kliniğinin de katkıda bulunduğunu, 1983 yılında bazı mahkumların
Cerrahpaşa’ya götürülerek üzerlerinde Ayhan Songar tarafından araştırma
yapıldığı bildirilmişti. Daha sonra aynı bilgilere çeşitli yerlerde de
rastladım.
Hesaplaşma
12 Eylül’le hesaplaşmak için
yapıldığı söylenen Anayasa değişikliklerinin ardından, insan haklarına duyarlı
ve namuslu insanlar, gerçek bir hesaplaşma için öncelikli olarak herkesin kendi
içine işlemiş 12 Eylül zihniyeti ve diliyle hesaplaşması gerektiğini
biliyorlar.
Gerçek bir demokrasi için kendi fikirlerini
dayatma çabalarından, kendilerinden olmayan ve kendileri gibi düşünmeyen
herkesi düşman, vatan haini gibi gören 12 Eylül kafası ile hesaplaşmak gerekiyor.
Üniversiteler toplumun fikir, düşünce
ve bilim üretme fabrikalarıdır. Düşünce özgürlüğü nasıl ki YÖK kurularak
kaldırıldı, düşünce ve bilime nasıl YÖK’le zincir vurulduysa, düşünce özgürlüğü
de ancak YÖK’ü kaldırmakla başlayacak. Tabi eğer, isteniyorsa.
Gerçek bir hesaplaşma insanların
cezalandırılması ve intikama değil son 30 yıldır yaralanmış, yıpranmış
insanlığımızı yeniden kazanma çabasına dayanmalıdır. Bu da entelektüel dürüstlükten geçer.
İncittiklerimizi, kırdıklarımızı, ötekileştirdiklerimizi anlama çabasından ve
hep kendini haklı bulma rahatsızlığından kurtulmaktan geçer. Sadece bizim gibi
düşünenlere gösterdiğimiz saygı aynada kendimize gösterdiğimiz saygıdır. Sadece
kendi siyasi yakınlarıyla hazırlanacak Anayasa, Anaysa; sadece bizim gibi düşünenlerle kurulacak
demokrasi de demokrasi değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder