İzleyiciler

11 Şubat 2015 Çarşamba

YALNIZLIK


Yalnızlık
 
Prof. Dr. Doğan Şahin
 
Bu dosyaya yalnızlığa dair bir kaç portre aktaracağım. Farklı, hatta bazen bir birine zıt yalnızlık biçimleri hakkında. Sonra da  belki dinamikleri hakkında yazarım ya da öykülerin aslında söyleyeceğim şeyleri aktardığına inanırsam, öykülerle yetinirim.

 
I- BİR KİMSESİZ

Onu ilk gördüğümde neredeyse bir yıldır evden hiç çıkmamıştı. Hiçbir yere gitmemiş, kimseyle görüşmemişti. Annesi ve babası  ile birlikte yaşıyor ama onlarla da  sadece mutfağa bir şey almaya veya banyoya gittiğinde koridorda denk gelirlerse rastlaşıyordu.

İnsanlarla görüşmek istemiyordu, çünkü insanlar onun istediği gibi değildi. İnsanlarla yakınlaşmak onu hayal kırıklığına uğratıyor hemen her seferinde incitiyordu.

Ona göre insanlar yeterince nazik ve düşünceli değillerdi. Duygularını anlamıyor ya da önemsemiyor olmalıydılar. İhtiyacı olduğu vakit bunu fark edip arayan olmuyordu, hep kendilerinin ihtiyacı varken arıyorlardı. Mesela buluşmaya gidiyordu, hep kendilerini anlatıyorlar ya da kendi önemsedikleri konularda konuşmak istiyorlardı, kendisini cidden sormuyorlarmış gibi geliyordu. Nasılsın dediklerinde iyiyim demek istemiyordu, sıkıntılarını anlatmayı düşünüyordu ama biliyordu ki dinlemezler. Kimi, konu çabuk kapansın diye işe yaramaz genel geçer öğütler verir kimi ona bile üşenir, “takma kafana”, ”zaman her şeyin ilacıdır” kabilinden laflar etmekle yetinirdi.

İstiyordu ki sabah uyandığında nasıl olduğunu merak etsinler, arayıp günaydın desinler, gerçekten nasılsın desinler. Ama haftalarca arayıp da bir günaydın diyen olmuyordu.  Artık olmayacağını biliyordu, artık arayan filan olmayacaktı, biri sabah arayıp da günaydın diyecekse mutlaka bir şey istemek için aramış olacaktı.

Şiire çok meraklıydı ve birçok şiirin her dizesi ile ilgili yığınla düşüncesi vardı. Şairin bu dizeleri hangi ruh hali ile yazmış olduğuna ve kendi üzerindeki etkilerine dair uzun uzun düşüncelere dalıyor ve bunu başkalarıyla da paylaşmak istiyordu ama gerçekten ilgilenen biri yoktu. O şairi severim bu şiiri beğenmem, orada şunu demek istemiş gibi yüzeysel, ansiklopedik bilgiler dışında bir şey konuşmuyorlardı. Kendisi anlatmak istediğinde ise sıkılıyorlar, ilgi göstermiyorlardı. Oysa şiir ne kadar önemli ve güzel bir şeydi.

İnsanlar hep plan yapıyordu, önlerini görerek, planlayarak ilerliyorlardı. Mesela okulu bitirince yapabileceklerini kurguluyorlar ve buna göre adımlar atıyorlardı. Çeşitli bağlantılar oluşturmak, referans bulmak için ilişkiler kurup sürdürüyorlardı.  Bir şeyi başka bir şey elde etmek için yapmak ona çok çirkin geliyordu. Bir hoca ile konuşmaktan haz alıyorsa, onunla tartışmak, görüşmek kendi başına keyifli ve anlamlı ise yapılmalıydı, yüksek lisans için referans almak amacıyla hoca peşinden koşmayı aşağılık bir davranış olarak görüyor ve böyle yapmadığı gibi, böyle davrananları da küçümsüyordu.

İnsanlar ona göre hep ben, ben diyerek konuşuyorlar, insanlıktan, sanattan, şiirden bahsetmiyorlardı, kendilerinin neler yapacakları ve ne olabilecekleri ile ilgiliydiler. Peki şiir ne olacaktı? Sanat? Kitaplar ? Bunlarla ancak sosyalleşmek için gerektiği kadarıyla ilgileniyorlar ama ötesine bakmıyorlarmış gibi hissediyordu. Kendisini tuhaf ve yalnız hissediyordu.

Sonra günlük hayat....... İlerisi çok zor geliyordu ona. İnsanların sabahın sekizinden akşamın altısına kadar bir yerde sıkılmadan nasıl durabildiklerine aklı ermiyordu. Evet kendisinin de öğrenci olarak bir yerde uzun süre bulunmuşluğu olmuştu ama ilkokuldan zaten nefret etmişti.  Orta okul ve lisede dişini sıkarak dayanmıştı. Üniversitede Allah'tan her gün okula gitmek diye bir şey yoktu, ayrıca kantinler vardı, teneffüsler vardı.

Ayrıca derse girersin dinlersin, dinlemezsin sana kalmış, ama çalışırken çalışmamak olmaz ki, hep amirler, müdürler, şefler filan vardır, zamanında teslim edilmesi beklenen işler vardır. Öğrencilik gibi değildir.  Düzenli olarak gidip gelmeye katlanmaya çalışsa, yaşayacağı sıkıntılara dayanmaya çalışsa bile ileride iş olarak ona söylenecek şeyler kendisine şimdiden anlamsız geliyordu. “Son ayın satış rakamlarını bugün akşama dek hazırlar mısınız?” denecek ama kendisine çok saçma gelecek diye düşünüyordu.
Hakikaten bir işe yarayacak mıydı? Diyelim satışlar azalıyor mu artıyor mu? Nerelerde artmış, nerelerde azalmış? gibi şeylere bakacaktı.  Ne olacaktı sonra?  Diyelim bunlardan aldığı bilgilerle satışı artıracaklardı. İyi de satışların artması onu ilgilendirecek miydi bakalım?

Askerliğin üstesinden gelebileceğine ise hiç inanmıyordu.  Hiç spor yapmamıştı ki. Ne sporu? Koşmamıştı, top oynamamıştı bile.  Ayrıca kendi istediği zaman koşmakla, biri dedi diye koşmak çok farklı şeylerdi. Zaten beceremeyeceği için herkesin alay malzemesi olacağını bile bile biri emir verdi diye koşmaya çalışmak, yatmak, kalkmak, çok aptalca, çok sefil bir şey olmaktan öte kıyametin ta kendisi gibi görünüyordu. Gidip de askerde komutanların, diğer askerlerin alay ettiği bir maskara olmaktansa ölmeyi tercih ederdi.

Hadi askerliği olacak bir şey değil ama atlattı diyelim, ne iş yapacaktı? Çalışmak istemiyordu ki. Hiçbir iş kendisine uygun değildi. Kimi arkadaşları akademisyen olmak üzere yola koyulmuşlar, yüksek lisansa başlamak üzere kendilerine çeşitli üniversiteler ayarlamışlardı bile.  Yüksek lisans bitecek, arkasından doktora yapacaklar ve bir üniversitede akademisyen olacaklardı. En olabilir işlerden görünse de akademisyenlik de kendisine göre bir iş değildi. En başta akademisyen duruşu, hoca bakışı yoktu kendisinde. İnsanlara öyle aptallarmış, cahillikleri suratlarından akıyormuş da kendisi güç bela bu aptallığa tahammül ediyormuş gibi bakamıyordu. Sürekli çok meşgul ve çok mühim şeyler düşündüğü için rahatsız edilmemesi gerekir bir eda takınamıyordu. Bunları beceremediği, dünyanın en mühim işini yapıyormuş gibi davranamadığı için, arkadaşları tarafından dışlanacağını ve aşağılanacağını düşünüyordu. En çok becermekte zorlanacağı kısmın, aslında herkesin akademisyen olmak için can attığı ama sadece kendilerinin bunu başarmış olduğu hezeyanıyla davranmak olduğunu düşünüyordu. 

Kadınlardan da şikayetçiydi, çünkü kendisine ilgi göstermiyorlardı, kendisi de ilgi göstermeye çekiniyordu. Düşünüyordu ki kadınlar daha girişken erkeklerden hoşlanıyorlardı ya da zaten ilk adımı erkeğin yapmasını bekledikleri için kendisinin bir şansı yoktu ya da kendisinin hiç hoşlanmadığı dominant teyzelerden başka bir ihtimal söz konusu olamazdı. Bir de belki kadınlar onun giyim tarzını, daha doğrusu pejmürde ve bakımsızlığını beğenmiyorlardı, konuşma biçiminden de memnun değillerdi belki. Gözlemlediği kadarıyla kadınlar daha çok iddialı, kendisinden bahseden ve kendini öven erkelere ilgi duyuyorlardı. Öyle bir kadını kendisine hayran bırakacak öyküleri, yetenekleri, maceraları yoktu. Anlatabileceği olaylar diğer çocuklar ve insanlar tarafından nasıl ciddiye alınmadığına veya alay edildiğine dair kendisini küçük düşürecek hikâyelerdi.

Belki tek şansı eski Yeşilçam filmlerinde örneği görülen, iddialı, başarılı bir erkek tarafından hayal kırıklığına uğratılıp terk edilmiş ve hatta hamile bir kadın olabilirdi. Hamile kaldığı ve iğfal edildiği için evlenmeye çok ihtiyaç duyacak bir kadın onunla evlenebilir ve bu kahramanca ve iyi hareketi dolayısıyla ona şükran duyabilirdi.

Her ne kadar dış dünyayla daha çok endişeleri ve korkuları üzerinden ilişki kursa da asıl ilgisi kendi iç dünyasındaydı, Şiir kendi iç dünyasının kapılarını açan anahtarlardan biriydi. Bir de hayaller vardı.  Dalıp gittiği bazen hiç hatırlamadığı hayaller. Mağaracılığa merak salmıştı bir ara, gerçi hiç mağaraya gitmemişti ama bir mağarada yaşamanın nasıl olacağına dair hayaller kuruyordu. Kimsenin ulaşamayacağı, kimseye ulaşamayacağı, derin ve korunaklı bir mağara.

Arada bir böyle iyi şeylerin de olabileceğini düşünse de sonuçta kimseyle görüşmüyor, vaktini evde bir başına geçirmeye devam ediyordu. Umuyordu ki ümitsizliği iyice artsın da intihar edecek gücü bulabilsin....





İKİ- KALABALIK

Onu ilk gördüğümde nerdeyse iki haftadır evine uğramamıştı, bu iki haftayı nasıl geçirdiğini tam olarak hatırlamıyordu. Bu on beş günlük dönemin bir grup seksi partisi ile başladığını hatırlıyordu. Bir arkadaşı onu grup seksi için evine davet etmiş, orada üç-dört gün kalıp, üç-beş kişiyle birlikte olduktan sonra içlerinden biri ile onun evine gitmişlerdi. Çok alkol tükettiği için iyi hatırlamasa da tahminine göre birkaç gün bu kişiyle beraber kaldıktan sonra sıkılmış, eski bir arkadaşını arayıp onun evine gitmişti.

Yakınması yalnız kalamamaktı. Yalnız kalmamak için cinselliği bir araç gibi kullanıyordu.  Çünkü beraber olmak istediğini belli ettiğinde, insanların ilgisi başka zamana göre olan ilgilerinden çok fazla oluyordu.  Bu hızlı ve yoğun ilgiyi çok seviyordu. Bu ilgi olmaksızın kendisini tam ve huzurlu hissedemiyordu. Gerçi bu ilgiyi aldığında da tamlık duygusu olmuyor hep bir eksiklik hissediyordu ama hiç ilgisiz kalmak dayanılacak bir şey değildi.

İnsanlardan uzak duramıyordu, kendisine ilgi ve arzu ile bakan bir çift göz onun için oksijen gibiydi, bir insanın ilgisi olmazsa nefes alamazmış gibi hissediyordu.   Başkalarına göre kendisi ilgi açlığı çeken, yüzeysel bir insandı oysa o insanları seviyor ve onlarla beraber olmaktan mutlu oluyordu. Evet, bazen pek beğenmediği ve arzu duymadığı erkeklerle beraber olduğu da oluyordu. Ayrıca çoğunlukla cinsel deneyimlerinden pek haz almıyordu ama ne vardı ki bunda?  Başka biri de çok geziyor ama her gittiği yerden çok haz almıyor olabilirdi. İnsanları sevmek, insanlarla yakın olmayı istemek ve hatta sevişmek neden bir kabahat ya da eksiklik gibi algılanıyordu ki?

İstiyordu ki sabah uyandığında yanına uyuyan ve kendisini çok sevdiğini bildiği biri olsun. Hatta ondan evvel uyanıp onu öperek uyandırsın. Hatta kahvaltıyı hazırladıktan sonra, öperek uyandırsın.  Mükellef bir kahvaltı ile donattığı masayı, çiçeklerle de bezemiş olsa fena mı olurdu?  Ve işe gitmeleri gerekmeden onun iltifatları ve öpücükleri eşliğine uzun uzun kahvaltı edebilseler, ne kadar çok sevildiğini iyice hissetse ve kahvaltıdan sonra da istedikleri kadar sarılıp öpüşseler olmaz mıydı?

Romana, özellikle aşk romanlarına ve dizlere çok meraklıydı. En çok da özdeşleştiği kadın kahramanın gönlünü kazanabilmek için erkeklerin yoğun bir çaba gösterdiği flört döneminden hoşlanıyordu. Hep öyle kalsınlar, hep o derecede ilgili ve arzulu olsunlar isterdi. Arkadaşlarıyla konuştuğunda, böylesi hayallerini anlattığında garipseniyordu. Onu “ kızım ayakların biraz yere bassın” diyerek gerçekçi olmaya davet ediyorlardı.

Hayat ona çok zor geliyordu, insanların ilgisini çekebilmek, o ilgiyi üzerinde tutabilmek ve ilgiyi sürdürebilmek için çok uğraşması gerekiyordu. Saçları kendisininki gibi olsun diye ne kadar uğraşmak gerektiğini, makyaj yapmanın aslında bir sanat olduğunu bilseler, O’nu öyle yüzeysel ve bir şeyden anlamaz zannetmezlerdi belki.   

Ona göre insanlar çoğunlukla kendisinden yararlanmak istiyordu. Güzel ve seksi oluşu dolayısıyla kendisine yaklaşıyorlar ve isteklerine ulaştıktan sonra ya da kendisini tanıdıkça uzaklaşıyorlardı. Başka erkeklerle de görüşüyor olduğunu öğrendiklerinde öfkelenmelerinden ve kendisine kötü şeyler söylemelerinden anlıyordu ki, kendisini asla anlayamıyorlar.

Kendisinin istediği yakınlıktı, anlaşılmak ve sevmekti. Kendisi de cinselliğe o kadar meraklı değildi. Ama cinselliğe meraklı olsa, sevişmekten daha çok zevk alsa bunun nesi kötü idi ki?  Kendisi aslında yakınlık, sıcaklık, dostluk istediği için insanlara yaklaşıyor ama onlar sevişmek istiyordu, sonra da kendisi kötü bir şey yapıyormuş gibi kendisini suçluyorlardı. Kendisini farklı ve yalnız hissediyordu. Belki de bu devirde değil de prenslerin, prenseslerin, şövalyelerin olduğu çağda yaşamalıydı ve tabi ki bir prenses olmalıydı.

Sanki insanlar giderek, yakınlıktan, sevgiden, sıcaklıktan, dostluklardan uzaklaşıp, maddi çıkar ilişkilerinin dünyasına doğru ilerliyordu. Sanki sevgi giderek azalacaktı ve o iyice kendisini anlaşılmamış ve sevilmemiş hissedecekti. İleriyi düşündükçe kötü hissediyordu.

Ama en çok da yaşlanmaktan ve çirkinleşmekten korkuyordu, şimdi insanların kendisine yaklaşmasını sağlayan güzelliği ve çekici fiziği bozulmaya başlayacak, kendisine arzu duyanlar azalacak ve giderek yalnızlaşacaktı. Bunu düşünmek kendisine felaket gibi geliyordu. Belki yaşlanmamak için yaptığı diyetler, sporlar, mezoterapiler süreci biraz geciktirebilir, kremler kırışıklıkları erteleyebilirdi. Hatta ameliyatlarla da uzun süre idare edebilirdi ama er geç yaşlanacaktı.
Öyle çirkin ve çekiciliğini yitirmiş olmaktansa ölmeyi tercih ederdi. Hayır, öyle bir durumda olmaya tahammül etmesi imkansızdı. O durumda olmayı düşünmek bile istemiyordu, neyse ki intihar diye bir şey vardı, öyle bir duruma gelirse  intihar eder kurtulurdu....
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR

HEDEFİNİ ŞAŞIRMIŞ BİR İSYANIN ÜRÜNÜ OLARAK KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR Doğan Şahin   GİRİŞ Bu yazıda son yıllarda giderek artan her şe...