Yalnızlık
Prof. Dr. Doğan Şahin
I- BİR KİMSESİZ
Onu ilk
gördüğümde neredeyse bir yıldır evden hiç çıkmamıştı. Hiçbir yere gitmemiş,
kimseyle görüşmemişti. Annesi ve babası
ile birlikte yaşıyor ama onlarla da sadece mutfağa bir şey almaya veya banyoya
gittiğinde koridorda denk gelirlerse rastlaşıyordu.
İnsanlarla
görüşmek istemiyordu, çünkü insanlar onun istediği gibi değildi. İnsanlarla
yakınlaşmak onu hayal kırıklığına uğratıyor hemen her seferinde incitiyordu.
Ona göre
insanlar yeterince nazik ve düşünceli değillerdi. Duygularını anlamıyor ya da
önemsemiyor olmalıydılar. İhtiyacı olduğu vakit bunu fark edip arayan
olmuyordu, hep kendilerinin ihtiyacı varken arıyorlardı. Mesela buluşmaya
gidiyordu, hep kendilerini anlatıyorlar ya da kendi önemsedikleri konularda
konuşmak istiyorlardı, kendisini cidden sormuyorlarmış gibi geliyordu. Nasılsın
dediklerinde iyiyim demek istemiyordu, sıkıntılarını anlatmayı düşünüyordu ama
biliyordu ki dinlemezler. Kimi, konu çabuk kapansın diye işe yaramaz genel
geçer öğütler verir kimi ona bile üşenir, “takma kafana”, ”zaman her şeyin
ilacıdır” kabilinden laflar etmekle yetinirdi.
İstiyordu ki
sabah uyandığında nasıl olduğunu merak etsinler, arayıp günaydın desinler,
gerçekten nasılsın desinler. Ama haftalarca arayıp da bir günaydın diyen
olmuyordu. Artık olmayacağını biliyordu,
artık arayan filan olmayacaktı, biri sabah arayıp da günaydın diyecekse mutlaka
bir şey istemek için aramış olacaktı.
Şiire çok
meraklıydı ve birçok şiirin her dizesi ile ilgili yığınla düşüncesi vardı. Şairin
bu dizeleri hangi ruh hali ile yazmış olduğuna ve kendi üzerindeki etkilerine
dair uzun uzun düşüncelere dalıyor ve bunu başkalarıyla da paylaşmak istiyordu
ama gerçekten ilgilenen biri yoktu. O şairi severim bu şiiri beğenmem, orada şunu
demek istemiş gibi yüzeysel, ansiklopedik bilgiler dışında bir şey
konuşmuyorlardı. Kendisi anlatmak istediğinde ise sıkılıyorlar, ilgi
göstermiyorlardı. Oysa şiir ne kadar önemli ve güzel bir şeydi.
İnsanlar hep
plan yapıyordu, önlerini görerek, planlayarak ilerliyorlardı. Mesela okulu
bitirince yapabileceklerini kurguluyorlar ve buna göre adımlar atıyorlardı. Çeşitli
bağlantılar oluşturmak, referans bulmak için ilişkiler kurup
sürdürüyorlardı. Bir şeyi başka bir şey
elde etmek için yapmak ona çok çirkin geliyordu. Bir hoca ile konuşmaktan haz
alıyorsa, onunla tartışmak, görüşmek kendi başına keyifli ve anlamlı ise yapılmalıydı, yüksek lisans için referans almak amacıyla hoca peşinden koşmayı
aşağılık bir davranış olarak görüyor ve böyle yapmadığı gibi, böyle
davrananları da küçümsüyordu.
İnsanlar ona
göre hep ben, ben diyerek konuşuyorlar, insanlıktan, sanattan, şiirden
bahsetmiyorlardı, kendilerinin neler yapacakları ve ne olabilecekleri ile
ilgiliydiler. Peki şiir ne olacaktı? Sanat? Kitaplar ? Bunlarla ancak
sosyalleşmek için gerektiği kadarıyla ilgileniyorlar ama ötesine
bakmıyorlarmış gibi hissediyordu. Kendisini tuhaf ve yalnız hissediyordu.
Sonra günlük
hayat....... İlerisi çok zor geliyordu ona. İnsanların sabahın sekizinden akşamın
altısına kadar bir yerde sıkılmadan nasıl durabildiklerine aklı ermiyordu. Evet
kendisinin de öğrenci olarak bir yerde uzun süre bulunmuşluğu olmuştu ama
ilkokuldan zaten nefret etmişti. Orta
okul ve lisede dişini sıkarak dayanmıştı. Üniversitede Allah'tan her gün okula gitmek
diye bir şey yoktu, ayrıca kantinler vardı, teneffüsler vardı.
Ayrıca derse
girersin dinlersin, dinlemezsin sana kalmış, ama çalışırken çalışmamak olmaz
ki, hep amirler, müdürler, şefler filan vardır, zamanında teslim edilmesi
beklenen işler vardır. Öğrencilik gibi değildir. Düzenli olarak gidip gelmeye katlanmaya
çalışsa, yaşayacağı sıkıntılara dayanmaya çalışsa bile ileride iş olarak ona
söylenecek şeyler kendisine şimdiden anlamsız geliyordu. “Son ayın satış
rakamlarını bugün akşama dek hazırlar mısınız?” denecek ama kendisine çok saçma
gelecek diye düşünüyordu.
Hakikaten bir
işe yarayacak mıydı? Diyelim satışlar azalıyor mu artıyor mu? Nerelerde artmış,
nerelerde azalmış? gibi şeylere bakacaktı. Ne olacaktı sonra? Diyelim bunlardan aldığı bilgilerle satışı
artıracaklardı. İyi de satışların artması onu ilgilendirecek miydi bakalım?
Askerliğin
üstesinden gelebileceğine ise hiç inanmıyordu.
Hiç spor yapmamıştı ki. Ne sporu? Koşmamıştı, top oynamamıştı bile. Ayrıca kendi istediği zaman koşmakla, biri
dedi diye koşmak çok farklı şeylerdi. Zaten beceremeyeceği için herkesin alay
malzemesi olacağını bile bile biri emir verdi diye koşmaya çalışmak, yatmak,
kalkmak, çok aptalca, çok sefil bir şey olmaktan öte kıyametin ta kendisi gibi
görünüyordu. Gidip de askerde komutanların, diğer askerlerin alay ettiği bir
maskara olmaktansa ölmeyi tercih ederdi.
Hadi
askerliği olacak bir şey değil ama atlattı diyelim, ne iş yapacaktı? Çalışmak
istemiyordu ki. Hiçbir iş kendisine uygun değildi. Kimi arkadaşları akademisyen
olmak üzere yola koyulmuşlar, yüksek lisansa başlamak üzere kendilerine çeşitli
üniversiteler ayarlamışlardı bile. Yüksek
lisans bitecek, arkasından doktora yapacaklar ve bir üniversitede akademisyen
olacaklardı. En olabilir işlerden görünse de akademisyenlik de kendisine göre
bir iş değildi. En başta akademisyen duruşu, hoca bakışı yoktu kendisinde.
İnsanlara öyle aptallarmış, cahillikleri suratlarından akıyormuş da kendisi güç
bela bu aptallığa tahammül ediyormuş gibi bakamıyordu. Sürekli çok meşgul ve
çok mühim şeyler düşündüğü için rahatsız edilmemesi gerekir bir eda
takınamıyordu. Bunları beceremediği, dünyanın en mühim işini yapıyormuş gibi
davranamadığı için, arkadaşları tarafından dışlanacağını ve aşağılanacağını
düşünüyordu. En çok becermekte zorlanacağı kısmın, aslında herkesin akademisyen
olmak için can attığı ama sadece kendilerinin bunu başarmış olduğu hezeyanıyla
davranmak olduğunu düşünüyordu.
Kadınlardan
da şikayetçiydi, çünkü kendisine ilgi göstermiyorlardı, kendisi de ilgi
göstermeye çekiniyordu. Düşünüyordu ki kadınlar daha girişken erkeklerden
hoşlanıyorlardı ya da zaten ilk adımı erkeğin yapmasını bekledikleri için
kendisinin bir şansı yoktu ya da kendisinin hiç hoşlanmadığı dominant
teyzelerden başka bir ihtimal söz konusu olamazdı. Bir de belki kadınlar onun
giyim tarzını, daha doğrusu pejmürde ve bakımsızlığını beğenmiyorlardı, konuşma
biçiminden de memnun değillerdi belki. Gözlemlediği kadarıyla kadınlar daha çok
iddialı, kendisinden bahseden ve kendini öven erkelere ilgi duyuyorlardı. Öyle bir
kadını kendisine hayran bırakacak öyküleri, yetenekleri, maceraları yoktu.
Anlatabileceği olaylar diğer çocuklar ve insanlar tarafından nasıl ciddiye
alınmadığına veya alay edildiğine dair kendisini küçük düşürecek hikâyelerdi.
Belki tek
şansı eski Yeşilçam filmlerinde örneği görülen, iddialı, başarılı bir erkek
tarafından hayal kırıklığına uğratılıp terk edilmiş ve hatta hamile bir kadın
olabilirdi. Hamile kaldığı ve iğfal edildiği için evlenmeye çok ihtiyaç duyacak
bir kadın onunla evlenebilir ve bu kahramanca ve iyi hareketi dolayısıyla ona
şükran duyabilirdi.
Her ne kadar
dış dünyayla daha çok endişeleri ve korkuları üzerinden ilişki kursa da asıl
ilgisi kendi iç dünyasındaydı, Şiir kendi iç dünyasının kapılarını açan
anahtarlardan biriydi. Bir de hayaller vardı. Dalıp gittiği bazen hiç hatırlamadığı
hayaller. Mağaracılığa merak salmıştı bir ara, gerçi hiç mağaraya gitmemişti
ama bir mağarada yaşamanın nasıl olacağına dair hayaller kuruyordu. Kimsenin
ulaşamayacağı, kimseye ulaşamayacağı, derin ve korunaklı bir mağara.
Arada bir böyle iyi şeylerin de olabileceğini düşünse de
sonuçta kimseyle görüşmüyor, vaktini evde bir başına geçirmeye devam ediyordu.
Umuyordu ki ümitsizliği iyice artsın da intihar edecek gücü bulabilsin....
İKİ- KALABALIK
Onu ilk
gördüğümde nerdeyse iki haftadır evine uğramamıştı, bu iki haftayı nasıl
geçirdiğini tam olarak hatırlamıyordu. Bu on beş günlük dönemin bir grup seksi
partisi ile başladığını hatırlıyordu. Bir arkadaşı onu grup seksi için evine
davet etmiş, orada üç-dört gün kalıp, üç-beş kişiyle birlikte olduktan sonra
içlerinden biri ile onun evine gitmişlerdi. Çok alkol tükettiği için iyi
hatırlamasa da tahminine göre birkaç gün bu kişiyle beraber kaldıktan sonra
sıkılmış, eski bir arkadaşını arayıp onun evine gitmişti.
Yakınması
yalnız kalamamaktı. Yalnız kalmamak için cinselliği bir araç gibi kullanıyordu. Çünkü beraber olmak istediğini belli
ettiğinde, insanların ilgisi başka zamana göre olan ilgilerinden çok fazla
oluyordu. Bu hızlı ve yoğun ilgiyi çok
seviyordu. Bu ilgi olmaksızın kendisini tam ve huzurlu hissedemiyordu. Gerçi bu
ilgiyi aldığında da tamlık duygusu olmuyor hep bir eksiklik hissediyordu ama hiç
ilgisiz kalmak dayanılacak bir şey değildi.
İnsanlardan
uzak duramıyordu, kendisine ilgi ve arzu ile bakan bir çift göz onun için
oksijen gibiydi, bir insanın ilgisi olmazsa nefes alamazmış gibi hissediyordu. Başkalarına göre kendisi ilgi açlığı çeken,
yüzeysel bir insandı oysa o insanları seviyor ve onlarla beraber olmaktan mutlu
oluyordu. Evet, bazen pek beğenmediği ve arzu duymadığı erkeklerle beraber olduğu
da oluyordu. Ayrıca çoğunlukla cinsel deneyimlerinden pek haz almıyordu ama ne
vardı ki bunda? Başka biri de çok
geziyor ama her gittiği yerden çok haz almıyor olabilirdi. İnsanları sevmek,
insanlarla yakın olmayı istemek ve hatta sevişmek neden bir kabahat ya da
eksiklik gibi algılanıyordu ki?
İstiyordu ki
sabah uyandığında yanına uyuyan ve kendisini çok sevdiğini bildiği biri olsun.
Hatta ondan evvel uyanıp onu öperek uyandırsın. Hatta kahvaltıyı hazırladıktan
sonra, öperek uyandırsın. Mükellef bir
kahvaltı ile donattığı masayı, çiçeklerle de bezemiş olsa fena mı olurdu? Ve işe gitmeleri gerekmeden onun iltifatları
ve öpücükleri eşliğine uzun uzun kahvaltı edebilseler, ne kadar çok sevildiğini
iyice hissetse ve kahvaltıdan sonra da istedikleri kadar sarılıp öpüşseler
olmaz mıydı?
Romana,
özellikle aşk romanlarına ve dizlere çok meraklıydı. En çok da özdeşleştiği
kadın kahramanın gönlünü kazanabilmek için erkeklerin yoğun bir çaba gösterdiği
flört döneminden hoşlanıyordu. Hep öyle kalsınlar, hep o derecede ilgili ve
arzulu olsunlar isterdi. Arkadaşlarıyla konuştuğunda, böylesi hayallerini
anlattığında garipseniyordu. Onu “ kızım ayakların biraz yere bassın” diyerek
gerçekçi olmaya davet ediyorlardı.
Hayat ona
çok zor geliyordu, insanların ilgisini çekebilmek, o ilgiyi üzerinde tutabilmek
ve ilgiyi sürdürebilmek için çok uğraşması gerekiyordu. Saçları kendisininki
gibi olsun diye ne kadar uğraşmak gerektiğini, makyaj yapmanın aslında bir
sanat olduğunu bilseler, O’nu öyle yüzeysel ve bir şeyden anlamaz
zannetmezlerdi belki.
Ona göre
insanlar çoğunlukla kendisinden yararlanmak istiyordu. Güzel ve seksi oluşu
dolayısıyla kendisine yaklaşıyorlar ve isteklerine ulaştıktan sonra ya da
kendisini tanıdıkça uzaklaşıyorlardı. Başka erkeklerle de görüşüyor olduğunu
öğrendiklerinde öfkelenmelerinden ve kendisine kötü şeyler söylemelerinden
anlıyordu ki, kendisini asla anlayamıyorlar.
Kendisinin
istediği yakınlıktı, anlaşılmak ve sevmekti. Kendisi de cinselliğe o kadar
meraklı değildi. Ama cinselliğe meraklı olsa, sevişmekten daha çok zevk alsa
bunun nesi kötü idi ki? Kendisi aslında
yakınlık, sıcaklık, dostluk istediği için insanlara yaklaşıyor ama onlar
sevişmek istiyordu, sonra da kendisi kötü bir şey yapıyormuş gibi kendisini
suçluyorlardı. Kendisini farklı ve yalnız hissediyordu. Belki de bu devirde
değil de prenslerin, prenseslerin, şövalyelerin olduğu çağda yaşamalıydı ve
tabi ki bir prenses olmalıydı.
Sanki
insanlar giderek, yakınlıktan, sevgiden, sıcaklıktan, dostluklardan uzaklaşıp,
maddi çıkar ilişkilerinin dünyasına doğru ilerliyordu. Sanki sevgi giderek
azalacaktı ve o iyice kendisini anlaşılmamış ve sevilmemiş hissedecekti.
İleriyi düşündükçe kötü hissediyordu.
Ama en çok
da yaşlanmaktan ve çirkinleşmekten korkuyordu, şimdi insanların kendisine
yaklaşmasını sağlayan güzelliği ve çekici fiziği bozulmaya başlayacak,
kendisine arzu duyanlar azalacak ve giderek yalnızlaşacaktı. Bunu düşünmek
kendisine felaket gibi geliyordu. Belki yaşlanmamak için yaptığı diyetler,
sporlar, mezoterapiler süreci biraz geciktirebilir, kremler kırışıklıkları
erteleyebilirdi. Hatta ameliyatlarla da uzun süre idare edebilirdi ama er geç
yaşlanacaktı.
Öyle çirkin ve çekiciliğini yitirmiş olmaktansa ölmeyi tercih
ederdi. Hayır, öyle bir durumda olmaya tahammül etmesi imkansızdı. O durumda olmayı düşünmek bile istemiyordu, neyse ki intihar diye bir şey vardı, öyle bir duruma gelirse intihar eder kurtulurdu....