İzleyiciler

7 Ocak 2020 Salı

İNSANLAR NEDEN DEDİKODU YAPAR?

DEDİKODU ÖRGÜTLENMEKTİR, BİR DÜŞÜNÜN ABİLER:  DEDİKODUNUN TOPLUMSAL VE BİREYSEL DİNAMİKLERİ


"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz." 
(Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, no: 2778)


GİRİŞ
Hariri, insanın bir uygarlık yaratmasında en büyük etkenin dedikodu yapabilmesi olduğunu söyler. Freud’a göre ise bir uygarlık kurabilmiş olmamız dürtülerimizi bastırabilme ve erteleyebilme yeteneğimize bağlıdır. Bu iki önerme arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Dürtü denetimi dedikoduya o da uygarlığa yol açıyor olmasın? Aslında ikisi arasındaki bağlantı ya da dedikodunun dinamikleri bu kadar basit değil ama bu çıkarım da hepten şaka değil.
Dedikodu aslında birkaç şeyin ortak adı. İçinde farklı tipte dedikodular var, farklı dedikodular olduğu için de farklı dinamikler söz konusu.
DEDİKODU TİPLERİ
TİP 1: Kınama tipi ya da gıybet olarak adlandırabileceğimiz en yaygın dedikodu tipi, birinin kusurunu başkasına ya da başkalarına söylemek biçiminde cereyan eden dedikodudur: Örnek, “Geçen evine gittim, ne kadar dağınık ve pis bir insanmış şaşarsın” ya da “Duyduğuma göre kocasını işyerindeki biri ile aldatıyormuş”. Burada dedikodunun paylaşıldığı kişi(ler) tarafından hoş karşılanmayacağı varsayılan bir şey söz konusu ediliyordur. Dedikodusu yapılan kişiyi kınasın, ayıplasın diye söylenir. Aktarılan şeyin ne kadar kötü, yanlış ve ayıp olduğuna dair sözlerin tekrarlanması istenir. Bir ortamda bulunuluyorsa herkes o şeyi sırayla kınamalı ve kınama yarışına girmelidir. Böylelikle herkes şunu demiş olur “Ben bunu herkesin içinde bu şekilde açıkça kınadığıma göre, asla böyle şeyler yapmam.”
Bu tipteki dedikodu eylemi bir yanıyla içinde bulunulan topluluğun bir çeşit toplumsal sözleşme yazma biçimidir. Topluluk kendi normlarını dinamik bir şekilde sürekli teyit ederek geliştirir ve pekiştirir. İkinci olarak da bir çeşit söz verme eylemidir. Topluluk için yemin etme işlevi görür: “Ben de hepimiz gibi şimdi topluca kınadığımız bu davranışları yapmayacağım ve yapan olursa da kınayacağım.”
Toplumun ortak çıkarı açısından uyulmasında yarar olabilecek kurallar, her zaman kişiler açısından  istenebilecek şeyler olmayabileceği için bu kuralları bu şekilde sürekli belirleme ve teyit etme ihtiyacı duyarız.  Mesela kaynakların sınırlı olduğu bir ortamda aşırı rekabetçi ve hırslı olmak toplumda iç çatışmalara yol açarak çeşitli dezavantajlı kişilerin zarar görmesine neden olabilir. Böylesi zamanlarda dayanışmacı tutumlar desteklenip takdir edilirken rekabetçilik eleştirilip kınanacaktır. Kaynakların bol olduğu bir toplumda ya da bolluk dönemlerinde ise rekabetçilik ve hırs toplumu yeni şeylerin keşfine, icatlara ve yeniliklere götürebilen olumlu özellikler olarak değerlendirilecek, hırslı ve rekabetçi olmak yerine, basit ve huzurlu bir yaşam sürmek isteyenler itibar görmeyip kınanacaktır.  Birilerini kınamak tarzındaki bu tür dedikodular insanları tek tek ve doğrudan uyarmadan ve onlarla gerginlik yaratmadan dolaylı yoldan istenen davranış ve tutumların benimsenmesini sağlarlar.
Kınama tipi dedikodunun toplumsal işlevi yanında bireysel faydaları da vardır. Bireyler açısından en fazla doyum sağlayan yanı başkalarının da kusurları olduğunu tespit ve teşhir ettiği için, dedikodu yapanların yetersizlik duygularını yatıştırıyor olmasıdır. Birçok insanın büyük bir haz ve iştahla dedikodu yapmasının altındaki neden yukarıda bahsettiğim toplumsal işlevinden ziyade, insanların kusurlu ve yetersiz kendilik tasarımları dolayısıyla hissettikleri “olmamışlık” duygusunu bir süreliğine ortadan kaldırmasıdır. Birçok insan başkalarının kusurlu olduğunu gördüklerinde kendileri sanki daha kusursuzlarmış gibi kabul ederler. Dolayısıyla bir kişi kendisini ne kadar yetersiz görüyor ne kadar kusurlu buluyorsa o kadar dedikodu yapma ihtiyacı duyacaktır.
Kınama dedikodusunu yapan bireylerin yukarıdaki bilinçdışı motivasyonu yanında bilince biraz daha yakın iki farklı motivasyonu daha olabilir. Birincisi ona yanlış gelen şeyleri ve yanlış davranan kişileri kınamak ve bu tutumların tekrarlanmamasını sağlamak. İkincisi ise dedikoduya malzeme edilen kişiyi itibarsızlaştırmak. İtibarsızlaştırma dedikodusunu en altta ayrıca ele alacağım.    
TİP İKİ: İkinci dedikodu tipine konsültasyon tipi dedikodu diyebiliriz. Konsültasyon dedikodularını kınama dedikodularından ayıran şey, haberi verenin olaya nasıl yaklaşılması gerektiğine tam karar verememiş olmasıdır. Örnek : “Duydunuz mu? Ayşe ile Fatma çıkıyorlarmış..” Dedikodu bu durumda konsültasyona davet amacı taşır. Dedikodunun iletildiği kişiler, birlikte değerlendirme yapmak suretiyle söz konusu haberin ne yönde yargılanacağına beraber karar vermeye davet edilmiş olurlar. Grup beraberce bir değerlendirme yapıp, kınayıp kınamayacaklarına ya da takdir edip etmeyeceklerine ortaklaşa karar vermiş olurlar.  Konsültasyondan kınama kararı çıktığında birinci tipte dedikodunun hazırlık aşamasına dönüşmüş olur.  Konsültasyon tipi dedikodular da grup içi normların oluşmasına katkı sağlar ama asıl işlevleri grup içi bağları kuvvetlendirmeleridir. Öte yandan büyük bir kurumda küçük gruplar arasında yapılan bu tür dedikodular, küçük grupların kendi içlerine daha çok bağlanmalarına ama grupların birbirinden uzaklaşmalarına neden olur.  
TİP ÜÇ: Gazeteci tipi dedikodu. Başkalarının özel hayatını kurcalayıp öğrenilen bilgileri başkalarıyla paylaşmak tarzında yapılan dedikodu tipidir.  Örnek: “Ahmet Beyler’in evli oğlu ev tutmuş, artık ayrı yaşayacaklarmış”. Bu tipte yargılamak ikincil, haber verme birincil öneme sahiptir.  Ardından haberi duyan bir kınama dedikodusu başlatabilir ya da haberi veren öyle devam edebilir.  Ör: “Tabii gelinine o kadar kötü davranırsa olacağı buydu…” Ancak kınama amacıyla yapılmayabilir de.  Bu yüzden bazen iyi haber dedikodusu da yapılabilir. Ör: “Hayriye Hanım’ın büyük oğlu Boğaziçi’ni burslu olarak kazanmış.”  Burada esas olan başkalarının bilmediği bir şeyi biliyor olmaktır. Dedikoduyu yapan kişinin uyanık, zeki ve her şeyden haberdar olan biri olarak algılanmasına ve dikkate alınmasına neden olur. Ancak burada da yargılama hepten eksik değildir tabii. İletilen bilginin kamuoyunun ilgisini çekeceğine ve dedikodusu yapılmaya değer olacağına dair bir kabul barındırır.
Sosyal medyanın modern yaşamdaki muazzam yeri bununla ilgili görünüyor. İnsanlar eskiden daha küçük topluluklarda yaşar, büyük şehirlerde bile mahalleler sayesinde herkes birbirinden epeyce haberdar olarak yaşardı. İnsanların nasıl bir yaşamalarının daha iyi olacağına dair bir rehberlik veya koçluk hizmeti almalarına gerek yoktu. Çünkü değişik yaşam tarzlarını görüyor ve hangisinin kendi istekleriyle uyuştuğuna dair gözlem yapabiliyorlardı. Bilgi verici dedikodular sayesinde başkalarının yaşam tecrübelerini öğreniyorlar ve neyi yapmanın kendilerine daha iyi geleceğine dair öngörüde bulunabiliyorlardı.  Ne yapmak neye yol açar?  Mesela “Acaba ikinci evlilikler daha mı iyi seyrediyor?, “İnsan iyi anlaşamadığı eşiyle sürdürmeye mi çalışmalı yoksa yeniden mi denemeli?” “Çocuğu özel okula göndermeye değer mi?,  “Komşunun kızı özel okula yollandı ama üniversitede iyi bir yer kazanamadı ama oğlan devlet okuluna gitti çok başarılı oldu.” Bunun gibi yüzlerce sorunun yanıtını başkalarının gözlemleyerek ve deneyimlerini genelleyerek yanıtlayabiliyorlardı. Şimdi doğrudan gözlemleme olanakları azaldığı için elde iki araç kalıyor: dedikodu ve sosyal medya. 
TİP DÖRT: Bu tipe kehanet dedikodusu diyebiliriz. Bazı kişilerin hali hazırda kötüleyecek bir şeyi olmasa da gelecekte olumsuz özelliklerinin ortaya çıkacağını iddia etmek demektir.  “Göreceksiniz iki seneye kalmaz ayrılacaklar.”  Bu dedikodu elde yeterli malzeme olmadığında başvurulan dedikodu tipidir. Diyelim bir kişiyi ya da yaşadığı ilişkiyi beğenmiyorsunuzdur ama karalamak için yeterli malzeme yoktur, o zaman şimdilik örtülü ama gelecekte açığa çıkabilecek bir olumsuzluktan söz edebilir, kanıt olarak da gelecekte olacak şeyleri gösterebilirsiniz.
TİP BEŞ: Bu tip dedikodular için itibarsızlaştırma dedikodusu diyebiliriz. Bu dedikoduyu yapan kimse, çeşitli nedenlerden dolayı kızgınlık duyduğu biri hakkında yanlış bir olumsuz bilgiyi yayarak onu itibarsızlaştırmaya çalışır.  Hemen hemen tüm dedikodularda geçeği çarpıtma, abartma, kasten yanlış yorumlama gibi özellikler olsa da bu tip dedikoduda çarpıtma ya da düpedüz yalan ve iftira daha çok kullanılır.   Bazen karşılık görmemiş bir yakınlık talebi, bazen bozulmuş bir ilişki sonrası bazen de bir rekabet dolayısıyla yapılabilir. Son yıllarda biten bir ilişkinin ardından yapılan itibarsızlaştırma dedikoduları çok sık görülmeye başlandı. Bazen bir, bazen de iki taraf birden biten bir ilişkinin ardından diğerini itibarsızlaştırmak amacıyla yalanlar söylemeye ya da birçok şeyi çarpıtarak başkalarına yaymaya başlıyorlar. Bu davranış sadece kızgınlık ve öfke dolayısıyla yapılmıyor. Aynı zamanda sanki çok önemliymiş gibi kimin hataları yüzünden bittiğine dair bir münakaşayı sürdürmek anlamına da geliyor. 
TİP ALTI: “Sızlanarak kışkırtma” tipi dedikodu diyebileceğimiz bu tip dedikoduda, kişinin dedikodu yapma nedeni bir insandan duyduğu rahatsızlığı doğrudan dile getirmemesidir. Genellikle günlük basit konularla ilgilidir. Mesela biri gelmiş, çok uzun süre oturmuştur, çok konuşmuştur, sıkılmışsınızdır, kendisine işim var, meşgulüm diyememişsinizdir ama kızmışsınızdır da. O gittikten sonra başkalarına “Ay ne şiştim, ne şiştim iki saat kalkmadı.” dersiniz. Buradaki neden o kişi ile ilişkimizin bozulmasından çekinmeniz, size kırılabilecek olmasını göze alamamanızdır. Ancak size verdiği rahatsızlık dolayısıyla kızmışızdır da.  Bazen kızdığımız kimselere yöneltemediğimiz öfkemizi başkalarını ona karşı kışkırtarak dışa vurur ve onların da ona kızmasını sağlamaya çalışır ve hatta belki içlerinden biri onu uyarır diye umut ederiz. “Benim bir şey yapmaya cesaretim yok ama inşallah birileri bir şey yapar da ben de kurtulurum.” anlayışı ile yapılan bir dedikodudur. Bu dedikodu tipi belki de tüm dedikoduların içine bir miktar karışıyordur.
Belki de yolsuzluklara, haksızlıklara, talana, sömürüye, adaletsizliklere karşı bir şey diyemediğimiz için, sesimizi çıkaracak cesaretimiz olmadığı için ya sadece güvenlikli ortamlarda söyleniyor ya da onu bunu çekiştirerek öfkemizi etrafımızdaki bize bir şey yapamayacak, bir zarar veremeyecek kimselere boşaltıyoruzdur.      
 CİNSİYETLERE GÖRE DEDİKODU FARKLILIKLARI
Elbette birazdan söyleyeceğim şeyler tüm kadınlar ve erkekler için geçerli değildir. Kadınlar için söylediğim şeylerin hepsi erkeklerde de bulunabilir, erkekler için söylediklerim kadınlarda da bulunabilir. Ayrıca bazı kadınlar ve bazı erkekler kendi cinslerinden çok karşı cinste olduğunu söylediğim özelliklere sahip olabilir. Yani aşırı genellemeksizin, bazı farkların olduğunu söylemiş olacağım. 
Kadınlar ne tür dedikodular yaparlar?
Azımsanmayacak sayıda insan, bir kadının mutlu ve güzel bir hayata sahip olması için tek yolunun zengin, başarılı, toplumsal değerleri benimsemiş, yakışıklı ve iyi bir aileden gelen bir adam tarafından çok sevilmek ve eş olarak seçilmek olduğuna inandırılmıştır. Kadınlar için bunun en çok istenecek şeylerden biri olması gerektiğine, kadınlar da erkekler de büyük oranda inandırılmışlardır.  Ancak böyle biri ile evlenmek yetmez, onun tarafından devamlı çok kıymet verildiğinin, el üstünde tutulduğunun deneyimlenmesi ve herkese de gösterilmesi gerekir. İnsanlar arasındaki bu kriterlere dayanan rekabet, hem kadınlar hakkında yapılan hem de kadınların yaptığı birçok dedikodunun içeriğini oluşturur. Dolayısıyla bu konudaki dedikodular, şu sorulara yanıt niteliği taşıyan bilgiler içerir.
  1. Dedikodusu yapılan kadın böyle “ideal bir yaşam” sürmeye ne kadar uygun bir adaydır? Yani çok özel ve değerli birinin onu sevip eş olarak seçmesine engel olacak neleri vardır? Mesela daha evvel evlenmişse ya da  geçmişinde iyi bir eş olacağına dair şüphe uyandıracak şeyler varsa bu bilgilerin yayılması o kişinin adaylık puanlarını düşürecek ve geri kalanlar için avantaj yaratıp ve keyif verici olacaktır.  
  2. Onu seven ya da eş olarak seçen kişi hakikatte ne kadar değerlidir? Eşe veya sevgiliye dair değersizleştirmeler de dedikoducuları rahatlatır, eşin(ya da sevgilinin) sanıldığı kadar arzu edilir biri olmadığına dair bilgiler, ortada o kadar da haset edecek bir şey olmadığını gösterdiğinden  kişiye kendi durumunun o kadar kötü olmadığını düşündürerek anksiyete giderici etkide bulunur.
  3. Sevgilisi veya eşi ona ne kadar değer veriyor, ne kadar seviyordur? İyi, başarılı ve istenen bir eşi olsa bile karısına yeterince değer vermiyorsa bu da bir teselli kaynağı olabilir, yürek soğutabilir. 
  4. Sevgili ya da eşin ailesinin ailesi ne kadar iyi bir ailedir? Son olarak her şey yolunda olsa bile eşlerin ailelerinde olan olumsuzluklar da imrenip haset ettikleri bir çiftin o kadar da mükemmel olmadıklarını göstererek insanları rahatlatır.    

Erkekler ne tür dedikodular yaparlar?
Erkeklerin kadınlar kadar dedikodu yapmadığı, bu konularla ilgilenmediğine dair bir dedikodu vardır. Erkekler de kendi aralarında kadınların yaptığına benzer dedikodular da yaparlar ama ek olarak farklı dedikodular da yaparlar.
Erkeklere öğretilen ideal yaşam biçimi bir prensesle tanışıp evlenmek değil, bir kral olmaktır. Elbette bu arada evlenecekleri kişi elbette bir prenses olacaktır ama asıl amacı bu değildir. Onun başarılı olma ölçütü diğer erkeklerin önüne geçmek, onlardan daha başarılı, daha güçlü daha etkili olmaktır. Bunu yapamıyorsa da yapabildiğince bunun için uğraşmaktır. Kadınlarla ilişkilerine gelince, evet evlenip çocuk yapmaları beklenir ve yaptıklarında da takdir edilir ama aynı zamanda bağımsızlıklarını korumaları ve ne kadar severlerse sevsinler bir kadına yakayı kaptırmamaları gerekir. Erkeklerin inandığı ideal hayat; başarılı bir kariyer+ toplumsal hiyerarşide yukarılarda bir yer+ iyi bir evlilik + özgürlüğünün delili olan kendine has ilgi alanları ve tutkulardır. Başarısızlık  ise iki şekilde olur;  erkekler dünyasında gerilerde kalmak ve bir kadının etkisi altında kalarak ona boyun eğmek.
Erkekler kadınlar için en iyi şeyin iyi bir evlilik olduğuna inanırken kendileri için iyi bir evliliğin çok yararlı olacağına ama yeterli olmayacağına inandırılmışlardır. Böylelikle ilk olarak kadınların rakip olmaları engellenmiş olur. İş dünyasında, yükselmek için rekabet etmemeleri, iddialı olmamaları sağlanmış olur. Onlar eşleri ve çocuklarıyla daha çok ilgilenmeli iş dünyasını erkeklere bırakmalıdırlar.   
Dolayısıyla erkekler arasında diğer erkeklere dair dedikodular, çoğunlukla başarısızlıkları, yeteneksizlikleri, beceriksizlikleri ya da bir kadına nasıl boyun eğmiş oldukları hakkındadır. Erkeklerin erkekler hakkında yaptığı bu türde dedikodular kınamak, yanlış bulmaktan ziyade zayıf bulmak, küçümsemek ve alay etmek tarzındadır. Erkekler de yerleşik, geleneksel kadın idealleri ile ilgili dedikodular yaparlar ve ek bir aşağılama imkanı olduğunda rakiplerini kadınların gözünden başarısızlık sayılacak konularda da alaya alıp aşağılayabilirler.  
DEDİKODU ÖRGÜTLENMEKTİR, BİR DÜŞÜNÜN ABİLER. (E. Ayhan’a Selam)
İnsan birçok faaliyeti için örgütlenebilen bir türdür. Bunun için de farklı büyüklüklerde örgütlenmeler kurarlar. Ortaokul, lise yıllarından başlayarak birbirine bağlanan arkadaş grupların önemli işlevlerinden biri budur.  Gruptan ve grup üyelerinden beklenen temel işlev  bu toplumsal rekabette birbirlerine kendilerinin iyi, ötekilerin kötü olduğunu söyleyecek değerlendirmeler yapmalarıdır. Diğerleri ile ilgili kim kötü bir haber, bir başarısızlık duyarsa gruba müjde gibi haber verir ve başkalarının başarısızlıkları, mutsuzlukları, yoksunlukları grup üyelerinin kendilerini iyi hissetmeleri için besin oluşturur. İnsanlar yaygın olarak bu denli kötü müdür? Bunları çok kötü oldukları herkesten kötü oldukları için yapmazlar, ortalama insan kadar, sıradan kötülüğün bir tezahürü olarak yaparlar.   Bir de esas olarak daha iyi hissetmek için yaparlar. Mesela diğerlerinin kendilerinden daha zevksiz ya da daha kalitesiz olduğuna inanmak onları iyi hissettirdiği için yaparlar. Başkalarının dinlediği müziği, yaşam tarzını, oturduğu mahalleyi aşağılayarak kendilerini iyi hissederler. Irkçılığın, mezhepçiliğin, ayrımcılığın, şövenizmin mikro ama binlerce örneği bilincinde olmasak da bu dedikodularla hayatımızı ve zihnimizi işgal eder.  
PSİKODİNAMİKLERİNE VE KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNE GÖRE DEDİKODU TİPLERİ
Dört tip dedikodu dinamiğinden bahsedebiliriz.
1)Süperego ile barış içinde olma çabasının ürünü olan dedikodular.
Daha çok obsesif karakterler tarafından yapılan ve genellikle kınama dedikodusu tipindeki dedikodulardır. Burada dedikoduyu yapan, dedikoduyu dinleyen ve dedikodusu yapılan kişilerden başka bir de orada olmadığı halde olayları yukarıdan izleyen bir otorite figürü vardır: Tanrı, anne-baba ya da süperego. Dedikodu ya da kınama asıl olarak ona göstermek için yapılıyordur. Dedikoduyu yapan şunu diyordur. “Ben senin sözünü dinliyor, yapma dediklerini yapıyorum, ama bir de şunlara bak. Bak neler yapıyorlar. Lütfen beni yargılama, suçlama, kınama. Kınayacaksan bunları kına. Bak kötü olan ben değilim, onlar”. Dolayısıyla bu tür dedikoduların içeriğini ahlaken yanlış gelen şeyler oluşturur.
2)Kendilik saygısını artırmaya yönelik dedikodular.
Burada her tipten dedikodu söz konu olabilir. Dedikoduyu yapanın temel motivasyonu düşük kendilik saygısını yükseltmek ya da korumaktır. Düşük kendilik saygısını tamir etme amacı taşıdığından narsisistik motivasyonlu dedikodu olarak da adlandırılabilir.  Dolayısıyla içeriğini ahlaken yanlış şeylerden çok beceriksizlik, aptallık, kalitesizlik, görgüsüzlük vb gibi şeyler oluşturur. Dedikodusu yapılan kişi kabahatli ya da yanlış bulunmaktan çok yetersiz ve kalitesiz bulunuyordur. Başarılı bulunan ya da göz önündeki kişilere yönelik itibarsızlaştırma dedikoduları da bu amaca hizmet eder. Sık sık insanların bulundukları yeri hak etmediklerine dair dedikodu ya da eleştiri yaparlar.  Bunu yaptığı takdirde kendisine yönelik beğeni ve takdir artacakmış gibi özellikle beğenilen, takdir gören insanları itibarsızlaştırmaya çalışırlar.
3)İçsel saldırganlığı yansıtmaya hizmet eden dedikodular.
Yansıtma savunma mekanizmasının ürünüdür. Hem kınama hem itibarsızlaştırma tipindeki dedikoduları içerebilir. Sürekli başkalarını gözlemleyip kendilerine göre kusurlarını, kabahatlerini tespit etmeye çalışırlar. Kendi içlerindeki başkalarına yönelik öfke, düşmanlık, zarar verme, ya da kandırma, aldatma, bencillik, insanları kullanma vb gibi arzuların izlerini başkalarında görmeye çalışırlar. Bu anlama gelecek şeyler gördüklerine ikna olduklarında da adeta “kötü olan ben değilmişim” onlarmış” diyebildiklerinden dolayı bayram ederler. Başka insanların ne kadar kötü olduklarını anlatırken, güldüklerini, neredeyse mutlu olduklarını görebilirsiniz.  Özellikle paranoid kişilik özellikleri gösteren kimseler tarafından kullanılan bu mekanizma, sadece paranoid karakterlere özgü bir mekanizma değildir. Kendi olumsuz özellikleri ile yüzleşmekten onları sorgulamaktan korkan herkes paranoid olsun olmasın bu mekanizmayı kullanır.
4) Kötülük yapma amacı taşıyan dedikodular.
Burada motivasyon birine zarar vermek, onu itibarsızlaştırmak ya da incitmektir. Temel motivasyon saldırganlıktır. Diğer üç tipte de dedikodusu yapılan kişi bundan zarar görür ama onlarda birincil motivasyon zarar vermek değil, kendine iyi gelecek bir şey yapmaktır. Burada kişiye iyi hissettiren şey öfke duyulan birine zarar veriyor olmaktır.   
Kişilik özelliklerine göre toparlayacak olursak;
Bağımlı karakterler kimse hakkında kötü konuşmak istemezler. Belki zamanında çok verici olup bekledikleri karşılığı göremedikleri ve dolayısıyla artık destek alma umudunun kalmadığı kişiler hakkında kötü şeyler söyleyebilirler ama kendisine destek olabilecek kimselerden henüz ümidi tamamen kesmedilerse kolay kolay kötü şeyler söylemezler. Ancak başkalarından ayrı düşmemek, itiraz edememek gibi nedenlerden dolayı bir grupta yapılan dedikoduya uyum gösterebilirler. Bir şey söyleyecek olduklarında da başına genellikle “Benden duymuş olmayın ama… kendisini çok severim ama…” gibi karşı tarafı kızdırabilme ihtimalini azaltacak yumuşatıcı ifadeler koyarlar.
Obsesiflerin daha çok kendi süperegolarına yaranmaya çalışan ve başkalarını yanlış şeyler yapmakla suçlayan, kınayıcı dedikodular ürettiklerini ve bu türde dedikodular yaptıklarını belirtmiştim. Başka bir deyişle obsesifler ego idealinin kurallara uyan, yanlış bir şey yapmayan ve ahlaklı, düzgün bir insan olma bağlamında beğenilip takdir görmesini talep eden bölümüne yaranmak için dedikodu yaparlar.   
Histerikler, daha çok rekabet amaçlı dedikodu yaparlar. Hem kendi cinsleri ile hem karşı cinsle rekabet ettikleri için onları küçümseyici, yıpratıcı dedikodular yaparlar. Histerikler de karşı cinse yönelik genelleyici kötü söz söyleme yaygındır.  Histerik erkekler kadınların kötü araba kullandıklarına, beceriksiz olduklarına, ellerinden bir şey gelmediğine dair sterotipik inanışları destekleyecek örnekler üzerinden dedikodu yaparlar, histerik kadınlar da erkeklerin duygusuz, bencil ve akılları hep sekste olan tipler olduklarına dair sterotipleri destekleyecek konularda dedikodu yaparlar.
Paranoidler çok fazla dedikodu yaparlar ve sürekli insanları kötü niyetli olmakla, sahtekar olmakla, arkadan iş çeviriyor olmakla, yalan söylemiş olmakla vb. suçlayıcı dedikodular yaparlar.
Şizoidler neredeyse hiç dedikodu yapmaz, dedikodu ile de ilgilenmezler.
Narsisistikler yukarında söylediğim gibi daha çok devalüe edici, itibarsızlaştırıcı dedikodular yaparlar. Küçümseme konuları genellikle, aptallık, cehalet, kalitesizlik vb gibi kendilik saygısını azaltacak şeylerdir. Başka bir deyişle obsesifler ego idealinin ahlaklı düzgün biri olma talebine karşılık gelen dedikodular yaparken narsisistikler daha çok ego idealinin  zeki, yetenekli, becerikli biri olarak beğeni ve takdir gören biri olma talebine karşılık gelen konularda dedikodular yaparlar.  Obsesif başkalarını ahlaksız olmakla suçlayan ve kınayan dedikodulara ilgi duyarken, narsisistikler başkalarının salak, cahil, aptal olduğuna dair dedikodulara ilgi duyarlar.  
Antisosyaller iftira atmak, yalanlar uydurmak da dahil itibarsızlaştırmak ya da incitmek amacıyla ağır ithamlar içen dedikodular yaparlar.
Histrionikler genelde güzellik, görünüm, gidilen yerlerin kalitesi, kıyafetler, maddi olanaklar vb. gibi yüzeysel şeyler üzerinden başkalarını değersizleştiren dedikodular yaparlar.
 
DEDİKODUNUN EK BİREYSEL YARARLARI
İnsanlar ister yukarıda bahsettiğim örgütlü dedikodu gruplarına katılarak ister fırsat buldukça arkadaşlarla, tanıdıklarla dedikodu yapsınlar, dedikodu yapmak suretiyle kazandıkları iki şey daha vardır. 
İnsanlar bir araya geldiklerinde ne kadar çok dedikodu yapıyorlarsa o kadar az kendilerinden ve ilişkilerinden konuşmuş olurlar.  Kendi iç dünyanızla fazla temasınız yoksa ya da kendi iç dünyanızı, duygularınızı, düşüncelerinizi çok da iyi bilmiyor ya da paylaşmak istemiyorsanız en iyisi kendinizden değil başkalarından konuşmaktır. Kendi iç dünyanızı açmadığınız insanlarla başkaları hakkında ne konuşursanız konuşun gerçek bir yakınlık kuramazsınız.   Gerçek yakınlıklar insanların birbiri hakkında duyguları ve düşüncelerini samimiyet ve rahatlıkla paylaşabildiği yakınlıklardır. Oysa bu tür gruplarda yaşanan ilişkilerde herkes kendisini o “yüce değerlere” ve “ideal hayata” uygun olacak şekilde yaşıyormuş gibi sunmaktan, gerçek düşüncelerini, duygularını paylaşamazlar.  Grup başkalarının kusurlarına karşı o kadar yargılayıcıdır ki kimse çıkıp da yahu bunları bazen ben de yapmak istiyorum hatta şundan yapmıştım filan diyemez. Herkesin herkese karşı rol yaparak kendisini kendisine ve başkalarına olduğundan çok farklı ve kusursuz olarak sunduğu ama aslında kendine ve birbirlerine yabancılaşmış bireylerden kurulu küçük veya büyük cemaatlerdir. İşin acıklı yanı insanlar yalnızlaştıkça bu tür gruplara girerek yalnızlıklarından kurtulmak isterler ama bu tür gruplara dahil oldukça daha da yalnızlaşırlar. 
Fakat dedikodunun asıl yararı insanı kendini sorgulamaktan kurtarmasıdır. Sanki başkalarının yanlışını, kusurunu kabahatini sergiledikçe kendileri otomatikman iyi bir insan oluyorlarmış gibi kendi kusurlarını, kabahatlerini, eksikliklerini sorgulamaktan kurtulurlar.
Tek bir yoksula yardım eli uzatmamış, zulme, baskıya, haksızlıklara, işkenceye, sömürüye karşı tek bir şey yapmamış olduğu halde, sırf başkalarının kötü olduğuna kendini ikna ederek kendisini iyi bir insanmış gibi algılamış olurlar. Niye bu denli bencil olduğunu, neden bunca aç, yoksul, zor durumda insan varken, sokaklarda aç çocuklar gezerken, insan hakları ortadan kaldırılıp, bağımsız yargı, özgür basın yok edilirken tek ses etmemiş olduğunu da sorgulaması gerekmez. Hatta neden doğru düzgün kendisini yetiştirmediğini, hep söz verdiği halde bir türlü yabancı dil öğrenemediğini, dizi seyretmekten kitap okuyamadığını da sorgulaması ve yetersizlik hissetmesi gerekmez. Sadece kötü bir şey yapmamış olduğuna inanmak suretiyle vicdanını bir süre susturabilir. Ancak sokaklarda aç çocukları gördükçe, siyasi yargı kararları canını sıktıkça, zulme, baskıya, işkenceye dair bir şeylerle karşılaştıkça bir şeyler yapması gerektiğini düşünecek gibi olur, kendini sorgulayacak gibi olur, sonra evli birinin, biriyle flört ettiği dedikodusu Hızır gibi imdadına yetişir ve ne kadar düzgün bir insan olduğuna ikna olup rahatlar. 
SON BİR İKİ SÖZ
Dedikoduyu geçmiş zamanlara, banliyölere, varoşlara ve “geri kalmış” topluluklara ait bir olgu imiş ve gelecekte azalarak yok olacakmış zanneden insanlar olduğu için şunu söylemem gerekiyor:
Ebeveynlerin çocuklarına rehberlik yapma işlevleri geriledikçe gelecek nesillerin dedikodu ihtiyaçları daha da artacaktır.  Dedikodunun geleceğini insanlar arası etkileşim ve iletişimlerin ne kadar açık ve samimi olacağı da belirleyecektir. 
Toplumlar, yargılayıcı, dışlayıcı ve dayatmacı oldukları oranda kimse olduğu gibi olamayacak, belli bir şekilde görünmeye gayret edecek ama herkes bir şekilde kendisini suçlu, kabahatli, yetersiz hissettiği için bunları ya başkalarına yansıtacak ya başkalarında gördüğünde devalüe edecek ya da kendini aklamak için suçlayacak birilerini bulacaktır.
Toplumların etik ilkelere, toplumsal yaşam için ortak kurallara ihtiyacı her zaman olacaktır. Bu ilke ve kuralları belirler ve pekiştirirken bunların baskı, dayatma, alay, küçümseme, dışlama, cezalandırma, ima, kinaye gibi yollardan olması gerekemez. Topluluklar bu anlaşmaları pek ala açıkça, samimi bir şekilde konuşarak, şefkat ve anlayışla tartışarak da geliştirip yeni nesillere aktarabilirler. 
Ancak, aile içi ilişkilerde ve çocuklar yetiştirilirken, şefkat ve sevgiyle, ahlak ve toplumsal yaşam kuralları öğretilmez, çocuklar sürekli eleştirilir, suçlanır ya da ihmal edilirlerse hemen hemen tüm peygamberlerin, dini liderlerin başkalarının kusurlarını aramayın, kusurlarını yüzlerine vurmayın, dedikodu yapmayın demelerine rağmen insanların dedikodu yapma ihtiyaçları ve dedikodu faaliyetleri azalmak şöyle dursun artarak devam edecektir. 
Velhasıl dedikodu yapmak yerine kendisini ve başkalarını daha iyi anlamaya çalışan, kendisine de başkalarına da daha şefkatle yaklaşabilen, birilerini suçlamak yerine toplumsal sorunlara ilgi duyan ve sorumluluklar alabilen, söylenmek yerine daha iyi bir dünya için yapıcı bir şekilde uğraşabilen insanlar yetiştirmek istiyorsak, çocuk yetiştirirken onları suçlamamalı, utandırmamalı, küçümsememeli, sürekli eleştirmemeliyiz yani kendilerini eksik, yetersiz, kabahatli, suçlu gibi hissettirmemeliyiz. Var oluşlarını da bir zahmetmiş gibi, bir yükmüş gibi değil de mutluluk ve sevinç kaynağıymış gibi yaşatmalıyız. Yoksa şimdi olduğu gibi kendilerini kolaylıkla suçlu, kabahatli, yetersiz, eksik, olmamış ya da fazlalık gibi hisseden insanlar bunlardan kurtulmak için suçlayacak, eleştirecek, küçümseyecek başkalarını bulmaya çalışacaklardır.   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR

HEDEFİNİ ŞAŞIRMIŞ BİR İSYANIN ÜRÜNÜ OLARAK KOMPLOCU PARANOİD GRUPLAR Doğan Şahin   GİRİŞ Bu yazıda son yıllarda giderek artan her şe...