DEDİKODU ÖRGÜTLENMEKTİR, BİR DÜŞÜNÜN ABİLER: DEDİKODUNUN TOPLUMSAL VE BİREYSEL DİNAMİKLERİ
"Kınamayınız,
kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."
(Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki,
Şuabu'l-İman, 5/315, no: 2778)
GİRİŞ
Hariri,
insanın bir uygarlık yaratmasında en büyük etkenin dedikodu yapabilmesi
olduğunu söyler. Freud’a göre ise bir uygarlık kurabilmiş olmamız dürtülerimizi
bastırabilme ve erteleyebilme yeteneğimize bağlıdır. Bu iki önerme arasında
nasıl bir bağlantı olabilir? Dürtü denetimi dedikoduya o da uygarlığa yol
açıyor olmasın? Aslında ikisi arasındaki bağlantı ya da dedikodunun dinamikleri
bu kadar basit değil ama bu çıkarım da hepten şaka değil.
Dedikodu
aslında birkaç şeyin ortak adı. İçinde farklı tipte dedikodular var, farklı
dedikodular olduğu için de farklı dinamikler söz konusu.
DEDİKODU TİPLERİ
TİP 1: Kınama tipi ya
da gıybet olarak adlandırabileceğimiz en yaygın dedikodu tipi, birinin
kusurunu başkasına ya da başkalarına söylemek biçiminde cereyan eden
dedikodudur: Örnek, “Geçen evine gittim, ne kadar dağınık ve pis bir insanmış
şaşarsın” ya da “Duyduğuma göre kocasını işyerindeki biri ile aldatıyormuş”.
Burada dedikodunun paylaşıldığı kişi(ler) tarafından hoş karşılanmayacağı
varsayılan bir şey söz konusu ediliyordur. Dedikodusu yapılan kişiyi kınasın,
ayıplasın diye söylenir. Aktarılan şeyin ne kadar kötü, yanlış ve ayıp olduğuna
dair sözlerin tekrarlanması istenir. Bir ortamda bulunuluyorsa herkes o şeyi
sırayla kınamalı ve kınama yarışına girmelidir. Böylelikle herkes şunu demiş olur
“Ben bunu herkesin içinde bu şekilde açıkça kınadığıma göre, asla böyle şeyler
yapmam.”
Bu tipteki
dedikodu eylemi bir yanıyla içinde bulunulan topluluğun bir çeşit toplumsal
sözleşme yazma biçimidir. Topluluk kendi normlarını dinamik bir şekilde sürekli
teyit ederek geliştirir ve pekiştirir. İkinci olarak da bir çeşit söz verme
eylemidir. Topluluk için yemin etme işlevi görür: “Ben de hepimiz gibi şimdi
topluca kınadığımız bu davranışları yapmayacağım ve yapan olursa da
kınayacağım.”
Toplumun
ortak çıkarı açısından uyulmasında yarar olabilecek kurallar, her zaman kişiler
açısından istenebilecek şeyler
olmayabileceği için bu kuralları bu şekilde sürekli belirleme ve teyit etme
ihtiyacı duyarız. Mesela kaynakların
sınırlı olduğu bir ortamda aşırı rekabetçi ve hırslı olmak toplumda iç
çatışmalara yol açarak çeşitli dezavantajlı kişilerin zarar görmesine neden
olabilir. Böylesi zamanlarda dayanışmacı tutumlar desteklenip takdir edilirken
rekabetçilik eleştirilip kınanacaktır. Kaynakların bol olduğu bir toplumda ya
da bolluk dönemlerinde ise rekabetçilik ve hırs toplumu yeni şeylerin keşfine,
icatlara ve yeniliklere götürebilen olumlu özellikler olarak değerlendirilecek,
hırslı ve rekabetçi olmak yerine, basit ve huzurlu bir yaşam sürmek isteyenler
itibar görmeyip kınanacaktır. Birilerini
kınamak tarzındaki bu tür dedikodular insanları tek tek ve doğrudan uyarmadan
ve onlarla gerginlik yaratmadan dolaylı yoldan istenen davranış ve tutumların
benimsenmesini sağlarlar.
Kınama tipi
dedikodunun toplumsal işlevi yanında bireysel faydaları da vardır. Bireyler
açısından en fazla doyum sağlayan yanı başkalarının da kusurları olduğunu
tespit ve teşhir ettiği için, dedikodu yapanların yetersizlik duygularını
yatıştırıyor olmasıdır. Birçok insanın büyük bir haz ve iştahla dedikodu
yapmasının altındaki neden yukarıda bahsettiğim toplumsal işlevinden ziyade,
insanların kusurlu ve yetersiz kendilik tasarımları dolayısıyla hissettikleri
“olmamışlık” duygusunu bir süreliğine ortadan kaldırmasıdır. Birçok insan
başkalarının kusurlu olduğunu gördüklerinde kendileri sanki daha kusursuzlarmış
gibi kabul ederler. Dolayısıyla bir kişi kendisini ne kadar yetersiz görüyor ne
kadar kusurlu buluyorsa o kadar dedikodu yapma ihtiyacı duyacaktır.
Kınama
dedikodusunu yapan bireylerin yukarıdaki bilinçdışı motivasyonu yanında bilince
biraz daha yakın iki farklı motivasyonu daha olabilir. Birincisi ona yanlış
gelen şeyleri ve yanlış davranan kişileri kınamak ve bu tutumların
tekrarlanmamasını sağlamak. İkincisi ise dedikoduya malzeme edilen kişiyi
itibarsızlaştırmak. İtibarsızlaştırma dedikodusunu en altta ayrıca ele
alacağım.
TİP İKİ: İkinci dedikodu tipine konsültasyon tipi dedikodu diyebiliriz.
Konsültasyon dedikodularını kınama dedikodularından ayıran şey, haberi verenin
olaya nasıl yaklaşılması gerektiğine tam karar verememiş olmasıdır. Örnek :
“Duydunuz mu? Ayşe ile Fatma çıkıyorlarmış..” Dedikodu bu durumda konsültasyona
davet amacı taşır. Dedikodunun iletildiği kişiler, birlikte değerlendirme
yapmak suretiyle söz konusu haberin ne yönde yargılanacağına beraber karar
vermeye davet edilmiş olurlar. Grup beraberce bir değerlendirme yapıp, kınayıp
kınamayacaklarına ya da takdir edip etmeyeceklerine ortaklaşa karar vermiş
olurlar. Konsültasyondan kınama kararı
çıktığında birinci tipte dedikodunun hazırlık aşamasına dönüşmüş olur. Konsültasyon tipi dedikodular da grup içi
normların oluşmasına katkı sağlar ama asıl işlevleri grup içi bağları
kuvvetlendirmeleridir. Öte yandan büyük bir kurumda küçük gruplar arasında
yapılan bu tür dedikodular, küçük grupların kendi içlerine daha çok
bağlanmalarına ama grupların birbirinden uzaklaşmalarına neden olur.
TİP ÜÇ: Gazeteci tipi dedikodu.
Başkalarının özel hayatını kurcalayıp öğrenilen bilgileri başkalarıyla
paylaşmak tarzında yapılan dedikodu tipidir. Örnek: “Ahmet Beyler’in evli oğlu ev tutmuş,
artık ayrı yaşayacaklarmış”. Bu tipte yargılamak ikincil, haber verme birincil
öneme sahiptir. Ardından haberi duyan
bir kınama dedikodusu başlatabilir ya da haberi veren öyle devam edebilir. Ör: “Tabii gelinine o kadar kötü davranırsa
olacağı buydu…” Ancak kınama amacıyla yapılmayabilir de. Bu yüzden bazen iyi haber dedikodusu da
yapılabilir. Ör: “Hayriye Hanım’ın büyük oğlu Boğaziçi’ni burslu olarak
kazanmış.” Burada esas olan başkalarının
bilmediği bir şeyi biliyor olmaktır. Dedikoduyu yapan kişinin uyanık, zeki ve
her şeyden haberdar olan biri olarak algılanmasına ve dikkate alınmasına neden
olur. Ancak burada da yargılama hepten eksik değildir tabii. İletilen bilginin
kamuoyunun ilgisini çekeceğine ve dedikodusu yapılmaya değer olacağına dair bir
kabul barındırır.
Sosyal
medyanın modern yaşamdaki muazzam yeri bununla ilgili görünüyor. İnsanlar
eskiden daha küçük topluluklarda yaşar, büyük şehirlerde bile mahalleler
sayesinde herkes birbirinden epeyce haberdar olarak yaşardı. İnsanların nasıl
bir yaşamalarının daha iyi olacağına dair bir rehberlik veya koçluk hizmeti
almalarına gerek yoktu. Çünkü değişik yaşam tarzlarını görüyor ve hangisinin
kendi istekleriyle uyuştuğuna dair gözlem yapabiliyorlardı. Bilgi verici
dedikodular sayesinde başkalarının yaşam tecrübelerini öğreniyorlar ve neyi
yapmanın kendilerine daha iyi geleceğine dair öngörüde bulunabiliyorlardı. Ne yapmak neye yol açar? Mesela “Acaba ikinci evlilikler daha mı iyi
seyrediyor?, “İnsan iyi anlaşamadığı eşiyle sürdürmeye mi çalışmalı yoksa
yeniden mi denemeli?” “Çocuğu özel okula göndermeye değer mi?, “Komşunun kızı özel okula yollandı ama
üniversitede iyi bir yer kazanamadı ama oğlan devlet okuluna gitti çok başarılı
oldu.” Bunun gibi yüzlerce sorunun yanıtını başkalarının gözlemleyerek ve
deneyimlerini genelleyerek yanıtlayabiliyorlardı. Şimdi doğrudan gözlemleme
olanakları azaldığı için elde iki araç kalıyor: dedikodu ve sosyal medya.
TİP DÖRT: Bu tipe kehanet dedikodusu diyebiliriz.
Bazı kişilerin hali hazırda kötüleyecek bir şeyi olmasa da gelecekte olumsuz
özelliklerinin ortaya çıkacağını iddia etmek demektir. “Göreceksiniz iki seneye kalmaz
ayrılacaklar.” Bu dedikodu elde yeterli
malzeme olmadığında başvurulan dedikodu tipidir. Diyelim bir kişiyi ya da
yaşadığı ilişkiyi beğenmiyorsunuzdur ama karalamak için yeterli malzeme yoktur,
o zaman şimdilik örtülü ama gelecekte açığa çıkabilecek bir olumsuzluktan söz
edebilir, kanıt olarak da gelecekte olacak şeyleri gösterebilirsiniz.
TİP BEŞ: Bu tip
dedikodular için itibarsızlaştırma dedikodusu
diyebiliriz. Bu dedikoduyu yapan kimse, çeşitli nedenlerden dolayı kızgınlık
duyduğu biri hakkında yanlış bir olumsuz bilgiyi yayarak onu
itibarsızlaştırmaya çalışır. Hemen hemen
tüm dedikodularda geçeği çarpıtma, abartma, kasten yanlış yorumlama gibi
özellikler olsa da bu tip dedikoduda çarpıtma ya da düpedüz yalan ve iftira
daha çok kullanılır. Bazen karşılık
görmemiş bir yakınlık talebi, bazen bozulmuş bir ilişki sonrası bazen de bir
rekabet dolayısıyla yapılabilir. Son yıllarda biten bir ilişkinin ardından
yapılan itibarsızlaştırma dedikoduları çok sık görülmeye başlandı. Bazen bir,
bazen de iki taraf birden biten bir ilişkinin ardından diğerini
itibarsızlaştırmak amacıyla yalanlar söylemeye ya da birçok şeyi çarpıtarak
başkalarına yaymaya başlıyorlar. Bu davranış sadece kızgınlık ve öfke
dolayısıyla yapılmıyor. Aynı zamanda sanki çok önemliymiş gibi kimin hataları
yüzünden bittiğine dair bir münakaşayı sürdürmek anlamına da geliyor.
TİP ALTI: “Sızlanarak kışkırtma” tipi dedikodu diyebileceğimiz bu tip
dedikoduda, kişinin dedikodu yapma nedeni bir insandan duyduğu rahatsızlığı
doğrudan dile getirmemesidir. Genellikle günlük basit konularla ilgilidir.
Mesela biri gelmiş, çok uzun süre oturmuştur, çok konuşmuştur,
sıkılmışsınızdır, kendisine işim var, meşgulüm diyememişsinizdir ama
kızmışsınızdır da. O gittikten sonra başkalarına “Ay ne şiştim, ne şiştim iki
saat kalkmadı.” dersiniz. Buradaki neden o kişi ile ilişkimizin bozulmasından
çekinmeniz, size kırılabilecek olmasını göze alamamanızdır. Ancak size verdiği
rahatsızlık dolayısıyla kızmışızdır da.
Bazen kızdığımız kimselere yöneltemediğimiz öfkemizi başkalarını ona
karşı kışkırtarak dışa vurur ve onların da ona kızmasını sağlamaya çalışır ve
hatta belki içlerinden biri onu uyarır diye umut ederiz. “Benim bir şey yapmaya
cesaretim yok ama inşallah birileri bir şey yapar da ben de kurtulurum.” anlayışı
ile yapılan bir dedikodudur. Bu dedikodu tipi belki de tüm dedikoduların içine
bir miktar karışıyordur.
Belki de yolsuzluklara, haksızlıklara, talana, sömürüye, adaletsizliklere
karşı bir şey diyemediğimiz için, sesimizi çıkaracak cesaretimiz olmadığı için
ya sadece güvenlikli ortamlarda söyleniyor ya da onu bunu çekiştirerek öfkemizi
etrafımızdaki bize bir şey yapamayacak, bir zarar veremeyecek kimselere
boşaltıyoruzdur.
CİNSİYETLERE GÖRE DEDİKODU
FARKLILIKLARI
Elbette
birazdan söyleyeceğim şeyler tüm kadınlar ve erkekler için geçerli değildir.
Kadınlar için söylediğim şeylerin hepsi erkeklerde de bulunabilir, erkekler
için söylediklerim kadınlarda da bulunabilir. Ayrıca bazı kadınlar ve bazı
erkekler kendi cinslerinden çok karşı cinste olduğunu söylediğim özelliklere
sahip olabilir. Yani aşırı genellemeksizin, bazı farkların olduğunu söylemiş
olacağım.
Kadınlar ne tür dedikodular yaparlar?
Azımsanmayacak
sayıda insan, bir kadının mutlu ve güzel bir hayata sahip olması için tek
yolunun zengin, başarılı, toplumsal değerleri benimsemiş, yakışıklı ve iyi bir
aileden gelen bir adam tarafından çok sevilmek ve eş olarak seçilmek olduğuna
inandırılmıştır. Kadınlar için bunun en çok istenecek şeylerden biri olması
gerektiğine, kadınlar da erkekler de büyük oranda inandırılmışlardır. Ancak böyle biri ile evlenmek yetmez, onun
tarafından devamlı çok kıymet verildiğinin, el üstünde tutulduğunun
deneyimlenmesi ve herkese de gösterilmesi gerekir. İnsanlar arasındaki bu
kriterlere dayanan rekabet, hem kadınlar hakkında yapılan hem de kadınların
yaptığı birçok dedikodunun içeriğini oluşturur. Dolayısıyla bu konudaki
dedikodular, şu sorulara yanıt niteliği taşıyan bilgiler içerir.
- Dedikodusu yapılan kadın böyle “ideal bir yaşam” sürmeye ne
kadar uygun bir adaydır? Yani çok özel ve değerli birinin onu sevip eş
olarak seçmesine engel olacak neleri vardır? Mesela daha evvel evlenmişse
ya da geçmişinde iyi bir eş
olacağına dair şüphe uyandıracak şeyler varsa bu bilgilerin yayılması o
kişinin adaylık puanlarını düşürecek ve geri kalanlar için avantaj yaratıp
ve keyif verici olacaktır.
- Onu seven ya da eş olarak seçen kişi hakikatte ne kadar
değerlidir? Eşe veya sevgiliye dair değersizleştirmeler de dedikoducuları
rahatlatır, eşin(ya da sevgilinin) sanıldığı kadar arzu edilir biri
olmadığına dair bilgiler, ortada o kadar da haset edecek bir şey
olmadığını gösterdiğinden kişiye
kendi durumunun o kadar kötü olmadığını düşündürerek anksiyete giderici
etkide bulunur.
- Sevgilisi veya eşi ona ne kadar değer veriyor, ne kadar
seviyordur? İyi, başarılı ve istenen bir eşi olsa bile karısına yeterince
değer vermiyorsa bu da bir teselli kaynağı olabilir, yürek
soğutabilir.
- Sevgili ya da eşin ailesinin ailesi
ne kadar iyi bir ailedir? Son olarak her şey yolunda olsa bile eşlerin
ailelerinde olan olumsuzluklar da imrenip haset ettikleri bir çiftin o
kadar da mükemmel olmadıklarını göstererek insanları rahatlatır.
Erkekler ne tür dedikodular yaparlar?
Erkeklerin
kadınlar kadar dedikodu yapmadığı, bu konularla ilgilenmediğine dair bir
dedikodu vardır. Erkekler de kendi aralarında kadınların yaptığına benzer dedikodular
da yaparlar ama ek olarak farklı dedikodular da yaparlar.
Erkeklere
öğretilen ideal yaşam biçimi bir prensesle tanışıp evlenmek değil, bir kral
olmaktır. Elbette bu arada evlenecekleri kişi elbette bir prenses olacaktır ama
asıl amacı bu değildir. Onun başarılı olma ölçütü diğer erkeklerin önüne
geçmek, onlardan daha başarılı, daha güçlü daha etkili olmaktır. Bunu yapamıyorsa
da yapabildiğince bunun için uğraşmaktır. Kadınlarla ilişkilerine gelince, evet
evlenip çocuk yapmaları beklenir ve yaptıklarında da takdir edilir ama aynı
zamanda bağımsızlıklarını korumaları ve ne kadar severlerse sevsinler bir
kadına yakayı kaptırmamaları gerekir. Erkeklerin inandığı ideal hayat; başarılı
bir kariyer+ toplumsal hiyerarşide yukarılarda bir yer+ iyi bir evlilik +
özgürlüğünün delili olan kendine has ilgi alanları ve tutkulardır. Başarısızlık
ise iki şekilde olur; erkekler dünyasında gerilerde kalmak ve bir
kadının etkisi altında kalarak ona boyun eğmek.
Erkekler
kadınlar için en iyi şeyin iyi bir evlilik olduğuna inanırken kendileri için
iyi bir evliliğin çok yararlı olacağına ama yeterli olmayacağına
inandırılmışlardır. Böylelikle ilk olarak kadınların rakip olmaları engellenmiş
olur. İş dünyasında, yükselmek için rekabet etmemeleri, iddialı olmamaları sağlanmış
olur. Onlar eşleri ve çocuklarıyla daha çok ilgilenmeli iş dünyasını erkeklere
bırakmalıdırlar.
Dolayısıyla
erkekler arasında diğer erkeklere dair dedikodular, çoğunlukla başarısızlıkları,
yeteneksizlikleri, beceriksizlikleri ya da bir kadına nasıl boyun eğmiş
oldukları hakkındadır. Erkeklerin erkekler hakkında yaptığı bu türde
dedikodular kınamak, yanlış bulmaktan ziyade zayıf bulmak, küçümsemek ve alay
etmek tarzındadır. Erkekler de yerleşik, geleneksel kadın idealleri ile ilgili
dedikodular yaparlar ve ek bir aşağılama imkanı olduğunda rakiplerini
kadınların gözünden başarısızlık sayılacak konularda da alaya alıp
aşağılayabilirler.
DEDİKODU
ÖRGÜTLENMEKTİR, BİR DÜŞÜNÜN ABİLER. (E. Ayhan’a Selam)
İnsan birçok
faaliyeti için örgütlenebilen bir türdür. Bunun için de farklı büyüklüklerde
örgütlenmeler kurarlar. Ortaokul, lise yıllarından başlayarak birbirine
bağlanan arkadaş grupların önemli işlevlerinden biri budur. Gruptan ve grup üyelerinden beklenen temel
işlev bu toplumsal rekabette
birbirlerine kendilerinin iyi, ötekilerin kötü olduğunu söyleyecek
değerlendirmeler yapmalarıdır. Diğerleri ile ilgili kim kötü bir haber, bir
başarısızlık duyarsa gruba müjde gibi haber verir ve başkalarının başarısızlıkları,
mutsuzlukları, yoksunlukları grup üyelerinin kendilerini iyi hissetmeleri için
besin oluşturur. İnsanlar yaygın olarak bu denli kötü müdür? Bunları çok kötü
oldukları herkesten kötü oldukları için yapmazlar, ortalama insan kadar,
sıradan kötülüğün bir tezahürü olarak yaparlar. Bir de
esas olarak daha iyi hissetmek için yaparlar. Mesela diğerlerinin kendilerinden
daha zevksiz ya da daha kalitesiz olduğuna inanmak onları iyi hissettirdiği
için yaparlar. Başkalarının dinlediği müziği, yaşam tarzını, oturduğu mahalleyi
aşağılayarak kendilerini iyi hissederler. Irkçılığın, mezhepçiliğin,
ayrımcılığın, şövenizmin mikro ama binlerce örneği bilincinde olmasak da bu
dedikodularla hayatımızı ve zihnimizi işgal eder.
PSİKODİNAMİKLERİNE VE KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNE
GÖRE DEDİKODU TİPLERİ
Dört tip
dedikodu dinamiğinden bahsedebiliriz.
1)Süperego
ile barış içinde olma çabasının ürünü olan dedikodular.
Daha çok
obsesif karakterler tarafından yapılan ve genellikle kınama dedikodusu
tipindeki dedikodulardır. Burada dedikoduyu yapan, dedikoduyu dinleyen ve
dedikodusu yapılan kişilerden başka bir de orada olmadığı halde olayları
yukarıdan izleyen bir otorite figürü vardır: Tanrı, anne-baba ya da süperego. Dedikodu
ya da kınama asıl olarak ona göstermek için yapılıyordur. Dedikoduyu yapan şunu
diyordur. “Ben senin sözünü dinliyor, yapma dediklerini yapıyorum, ama bir de
şunlara bak. Bak neler yapıyorlar. Lütfen beni yargılama, suçlama, kınama.
Kınayacaksan bunları kına. Bak kötü olan ben değilim, onlar”. Dolayısıyla bu
tür dedikoduların içeriğini ahlaken yanlış gelen şeyler oluşturur.
2)Kendilik
saygısını artırmaya yönelik dedikodular.
Burada her
tipten dedikodu söz konu olabilir. Dedikoduyu yapanın temel motivasyonu düşük
kendilik saygısını yükseltmek ya da korumaktır. Düşük kendilik saygısını tamir
etme amacı taşıdığından narsisistik motivasyonlu dedikodu olarak da adlandırılabilir.
Dolayısıyla içeriğini ahlaken yanlış
şeylerden çok beceriksizlik, aptallık, kalitesizlik, görgüsüzlük vb gibi şeyler
oluşturur. Dedikodusu yapılan kişi kabahatli ya da yanlış bulunmaktan çok
yetersiz ve kalitesiz bulunuyordur. Başarılı bulunan ya da göz önündeki
kişilere yönelik itibarsızlaştırma dedikoduları da bu amaca hizmet eder. Sık
sık insanların bulundukları yeri hak etmediklerine dair dedikodu ya da eleştiri
yaparlar. Bunu yaptığı takdirde
kendisine yönelik beğeni ve takdir artacakmış gibi özellikle beğenilen, takdir
gören insanları itibarsızlaştırmaya çalışırlar.
3)İçsel
saldırganlığı yansıtmaya hizmet eden dedikodular.
Yansıtma
savunma mekanizmasının ürünüdür. Hem kınama hem itibarsızlaştırma tipindeki
dedikoduları içerebilir. Sürekli başkalarını gözlemleyip kendilerine göre
kusurlarını, kabahatlerini tespit etmeye çalışırlar. Kendi içlerindeki
başkalarına yönelik öfke, düşmanlık, zarar verme, ya da kandırma, aldatma, bencillik,
insanları kullanma vb gibi arzuların izlerini başkalarında görmeye çalışırlar.
Bu anlama gelecek şeyler gördüklerine ikna olduklarında da adeta “kötü olan
ben değilmişim” onlarmış” diyebildiklerinden dolayı bayram ederler. Başka
insanların ne kadar kötü olduklarını anlatırken, güldüklerini, neredeyse mutlu
olduklarını görebilirsiniz. Özellikle
paranoid kişilik özellikleri gösteren kimseler tarafından kullanılan bu
mekanizma, sadece paranoid karakterlere özgü bir mekanizma değildir. Kendi
olumsuz özellikleri ile yüzleşmekten onları sorgulamaktan korkan herkes
paranoid olsun olmasın bu mekanizmayı kullanır.
4) Kötülük
yapma amacı taşıyan dedikodular.
Burada
motivasyon birine zarar vermek, onu itibarsızlaştırmak ya da incitmektir. Temel
motivasyon saldırganlıktır. Diğer üç tipte de dedikodusu yapılan kişi bundan
zarar görür ama onlarda birincil motivasyon zarar vermek değil, kendine iyi
gelecek bir şey yapmaktır. Burada kişiye iyi hissettiren şey öfke duyulan
birine zarar veriyor olmaktır.
Kişilik
özelliklerine göre toparlayacak olursak;
Bağımlı
karakterler kimse hakkında kötü konuşmak istemezler. Belki zamanında çok verici
olup bekledikleri karşılığı göremedikleri ve dolayısıyla artık destek alma
umudunun kalmadığı kişiler hakkında kötü şeyler söyleyebilirler ama kendisine
destek olabilecek kimselerden henüz ümidi tamamen kesmedilerse kolay kolay kötü
şeyler söylemezler. Ancak başkalarından ayrı düşmemek, itiraz edememek gibi
nedenlerden dolayı bir grupta yapılan dedikoduya uyum gösterebilirler. Bir şey
söyleyecek olduklarında da başına genellikle “Benden duymuş olmayın ama…
kendisini çok severim ama…” gibi karşı tarafı kızdırabilme ihtimalini azaltacak
yumuşatıcı ifadeler koyarlar.
Obsesiflerin
daha çok kendi süperegolarına yaranmaya çalışan ve başkalarını yanlış şeyler
yapmakla suçlayan, kınayıcı dedikodular ürettiklerini ve bu türde dedikodular
yaptıklarını belirtmiştim. Başka bir deyişle obsesifler ego idealinin kurallara
uyan, yanlış bir şey yapmayan ve ahlaklı, düzgün bir insan olma bağlamında
beğenilip takdir görmesini talep eden bölümüne yaranmak için dedikodu yaparlar.
Histerikler,
daha çok rekabet amaçlı dedikodu yaparlar. Hem kendi cinsleri ile hem karşı
cinsle rekabet ettikleri için onları küçümseyici, yıpratıcı dedikodular
yaparlar. Histerikler de karşı cinse yönelik genelleyici kötü söz söyleme
yaygındır. Histerik erkekler kadınların
kötü araba kullandıklarına, beceriksiz olduklarına, ellerinden bir şey
gelmediğine dair sterotipik inanışları destekleyecek örnekler üzerinden
dedikodu yaparlar, histerik kadınlar da erkeklerin duygusuz, bencil ve akılları
hep sekste olan tipler olduklarına dair sterotipleri destekleyecek konularda
dedikodu yaparlar.
Paranoidler çok
fazla dedikodu yaparlar ve sürekli insanları kötü niyetli olmakla, sahtekar
olmakla, arkadan iş çeviriyor olmakla, yalan söylemiş olmakla vb. suçlayıcı
dedikodular yaparlar.
Şizoidler
neredeyse hiç dedikodu yapmaz, dedikodu ile de ilgilenmezler.
Narsisistikler
yukarında söylediğim gibi daha çok devalüe edici, itibarsızlaştırıcı
dedikodular yaparlar. Küçümseme konuları genellikle, aptallık, cehalet,
kalitesizlik vb gibi kendilik saygısını azaltacak şeylerdir. Başka bir deyişle obsesifler
ego idealinin ahlaklı düzgün biri olma talebine karşılık gelen dedikodular
yaparken narsisistikler daha çok ego idealinin zeki, yetenekli, becerikli biri olarak beğeni
ve takdir gören biri olma talebine karşılık gelen konularda dedikodular
yaparlar. Obsesif başkalarını ahlaksız olmakla
suçlayan ve kınayan dedikodulara ilgi duyarken, narsisistikler başkalarının
salak, cahil, aptal olduğuna dair dedikodulara ilgi duyarlar.
Antisosyaller
iftira atmak, yalanlar uydurmak da dahil itibarsızlaştırmak ya da incitmek
amacıyla ağır ithamlar içen dedikodular yaparlar.
Histrionikler
genelde güzellik, görünüm, gidilen yerlerin kalitesi, kıyafetler, maddi
olanaklar vb. gibi yüzeysel şeyler üzerinden başkalarını değersizleştiren
dedikodular yaparlar.
DEDİKODUNUN EK BİREYSEL YARARLARI
İnsanlar
ister yukarıda bahsettiğim örgütlü dedikodu gruplarına katılarak ister fırsat
buldukça arkadaşlarla, tanıdıklarla dedikodu yapsınlar, dedikodu yapmak
suretiyle kazandıkları iki şey daha vardır.
İnsanlar bir
araya geldiklerinde ne kadar çok dedikodu yapıyorlarsa o kadar az kendilerinden
ve ilişkilerinden konuşmuş olurlar.
Kendi iç dünyanızla fazla temasınız yoksa ya da kendi iç dünyanızı,
duygularınızı, düşüncelerinizi çok da iyi bilmiyor ya da paylaşmak
istemiyorsanız en iyisi kendinizden değil başkalarından konuşmaktır. Kendi iç
dünyanızı açmadığınız insanlarla başkaları hakkında ne konuşursanız konuşun
gerçek bir yakınlık kuramazsınız.
Gerçek yakınlıklar insanların birbiri hakkında duyguları ve
düşüncelerini samimiyet ve rahatlıkla paylaşabildiği yakınlıklardır. Oysa bu
tür gruplarda yaşanan ilişkilerde herkes kendisini o “yüce değerlere” ve “ideal
hayata” uygun olacak şekilde yaşıyormuş gibi sunmaktan, gerçek düşüncelerini,
duygularını paylaşamazlar. Grup
başkalarının kusurlarına karşı o kadar yargılayıcıdır ki kimse çıkıp da yahu
bunları bazen ben de yapmak istiyorum hatta şundan yapmıştım filan diyemez.
Herkesin herkese karşı rol yaparak kendisini kendisine ve başkalarına
olduğundan çok farklı ve kusursuz olarak sunduğu ama aslında kendine ve
birbirlerine yabancılaşmış bireylerden kurulu küçük veya büyük cemaatlerdir.
İşin acıklı yanı insanlar yalnızlaştıkça bu tür gruplara girerek
yalnızlıklarından kurtulmak isterler ama bu tür gruplara dahil oldukça daha da
yalnızlaşırlar.
Fakat
dedikodunun asıl yararı insanı kendini sorgulamaktan kurtarmasıdır. Sanki
başkalarının yanlışını, kusurunu kabahatini sergiledikçe kendileri otomatikman
iyi bir insan oluyorlarmış gibi kendi kusurlarını, kabahatlerini,
eksikliklerini sorgulamaktan kurtulurlar.
Tek bir
yoksula yardım eli uzatmamış, zulme, baskıya, haksızlıklara, işkenceye,
sömürüye karşı tek bir şey yapmamış olduğu halde, sırf başkalarının kötü
olduğuna kendini ikna ederek kendisini iyi bir insanmış gibi algılamış olurlar.
Niye bu denli bencil olduğunu, neden bunca aç, yoksul, zor durumda insan
varken, sokaklarda aç çocuklar gezerken, insan hakları ortadan kaldırılıp, bağımsız
yargı, özgür basın yok edilirken tek ses etmemiş olduğunu da sorgulaması
gerekmez. Hatta neden doğru düzgün kendisini yetiştirmediğini, hep söz verdiği
halde bir türlü yabancı dil öğrenemediğini, dizi seyretmekten kitap
okuyamadığını da sorgulaması ve yetersizlik hissetmesi gerekmez. Sadece kötü
bir şey yapmamış olduğuna inanmak suretiyle vicdanını bir süre susturabilir.
Ancak sokaklarda aç çocukları gördükçe, siyasi yargı kararları canını sıktıkça,
zulme, baskıya, işkenceye dair bir şeylerle karşılaştıkça bir şeyler yapması
gerektiğini düşünecek gibi olur, kendini sorgulayacak gibi olur, sonra evli
birinin, biriyle flört ettiği dedikodusu Hızır gibi imdadına yetişir ve ne
kadar düzgün bir insan olduğuna ikna olup rahatlar.
SON BİR İKİ SÖZ
Dedikoduyu geçmiş
zamanlara, banliyölere, varoşlara ve “geri kalmış” topluluklara ait bir olgu
imiş ve gelecekte azalarak yok olacakmış zanneden insanlar olduğu için şunu
söylemem gerekiyor:
Ebeveynlerin
çocuklarına rehberlik yapma işlevleri geriledikçe gelecek nesillerin dedikodu
ihtiyaçları daha da artacaktır. Dedikodunun
geleceğini insanlar arası etkileşim ve iletişimlerin ne kadar açık ve samimi
olacağı da belirleyecektir.
Toplumlar,
yargılayıcı, dışlayıcı ve dayatmacı oldukları oranda kimse olduğu gibi
olamayacak, belli bir şekilde görünmeye gayret edecek ama herkes bir şekilde
kendisini suçlu, kabahatli, yetersiz hissettiği için bunları ya başkalarına
yansıtacak ya başkalarında gördüğünde devalüe edecek ya da kendini aklamak için
suçlayacak birilerini bulacaktır.
Toplumların etik ilkelere, toplumsal yaşam için ortak kurallara
ihtiyacı her zaman olacaktır. Bu ilke ve kuralları belirler ve pekiştirirken
bunların baskı, dayatma, alay, küçümseme, dışlama, cezalandırma, ima, kinaye
gibi yollardan olması gerekemez. Topluluklar bu anlaşmaları pek ala açıkça,
samimi bir şekilde konuşarak, şefkat ve anlayışla tartışarak da geliştirip yeni
nesillere aktarabilirler.
Ancak, aile
içi ilişkilerde ve çocuklar yetiştirilirken, şefkat ve sevgiyle, ahlak ve
toplumsal yaşam kuralları öğretilmez, çocuklar sürekli eleştirilir, suçlanır ya
da ihmal edilirlerse hemen hemen tüm peygamberlerin, dini liderlerin
başkalarının kusurlarını aramayın, kusurlarını yüzlerine vurmayın, dedikodu
yapmayın demelerine rağmen insanların dedikodu yapma ihtiyaçları ve dedikodu faaliyetleri
azalmak şöyle dursun artarak devam edecektir.
Velhasıl
dedikodu yapmak yerine kendisini ve başkalarını daha iyi anlamaya çalışan,
kendisine de başkalarına da daha şefkatle yaklaşabilen, birilerini suçlamak
yerine toplumsal sorunlara ilgi duyan ve sorumluluklar alabilen, söylenmek
yerine daha iyi bir dünya için yapıcı bir şekilde uğraşabilen insanlar
yetiştirmek istiyorsak, çocuk yetiştirirken onları suçlamamalı, utandırmamalı,
küçümsememeli, sürekli eleştirmemeliyiz yani kendilerini eksik, yetersiz,
kabahatli, suçlu gibi hissettirmemeliyiz. Var oluşlarını da bir zahmetmiş gibi,
bir yükmüş gibi değil de mutluluk ve sevinç kaynağıymış gibi yaşatmalıyız.
Yoksa şimdi olduğu gibi kendilerini kolaylıkla suçlu, kabahatli, yetersiz,
eksik, olmamış ya da fazlalık gibi hisseden insanlar bunlardan kurtulmak için
suçlayacak, eleştirecek, küçümseyecek başkalarını bulmaya çalışacaklardır.