SOSYAL VE CİNSEL
YAKINLAŞMANIN GELİŞME SÜRECİ
Doğan Şahin
ÖZET
İnsanda cinsel
davranış sadece üreme amacına hizmet etmemektedir. İnsanda cinsellik üreme
yanında sosyal ve duygusal bağlar kurma ve bunları sürdürme amaçlarına da
hizmet eder. Ayrıca uygarlığın ve kültürün şekillenmesinde ve kimi kurumların
oluşmasında etkileri olur.
Diğer türlerden
farklı olarak insan cinsel davranışı çok büyük farklılıklar gösterir ve kişinin
özgün kişisel tarihi tarafından belirlenir.İnsanın cinsel yaşamını belirleyen önemli etkenler, bağlanma biçimleri, psikoseksüel gelişim dönemleri boyunca oluşan fiksasyonlar, cinsel rollerin öğrenilmesi ve kültürel etkenlerdir.
SUMMARY
Sexual behavior in human does not only serve
for reproductive purposes. In addition, sexuality, also serves to establish and
sustain social and emotional bonds? It has effects on shaping the civilization,
culture and constitution of the foundations.
Unlike the other species, human sexual behavior
has great differences and is determined by the person's unique history.
The important factors that determine human
sexual life are attachment styles, fixations during the psychosexual
development stages, learning of the sexual roles and cultural factors.
GİRİŞ
İnsan
cinselliğinin ana işlevinin üremekten çok sosyalleşmek olduğu görülmektedir.
Birçok memelide üreme dönemi ile sınırlı olan cinsel ilgi ve arzu, insanda
üremekten bağımsız bir şekilde süreklilik göstermekte ve çiftleşme dışında da çok
fazla öğe barındırmaktadır. Çiftleşme insan cinsel davranışlarının küçük ve
merkezi olmayan bir parçasını oluşturmaktadır.
Afrika’nın orta
bölgelerinde yaşayan Bonobolarda cinsel yaşam günlük hayatın bir parçasıdır.
Şempanzelerle, Bonobolar aynı cinsin (Pan) üyesi olmalarına ve birbirlerine çok
benzemelerine rağmen sosyal ve cinsel davranışları arasında belirgin
farklılıklar vardır 1,2,3.
Bonobolar
kardeşleri şempanzelerin aksine anaerkil bir düzende yaşarlar. Bonobo
topluluklarında dişiler oldukça sıkı bağlarla örgütlenmişken, erkekler daha
bireysel bir yaşam sürerler. Bir erkek bir dişiye saldıracak olsa, tüm dişiler
bu saldırıya karşılık verir ve erkeği püskürtürlerken, bir erkeğe saldırı
olduğunda tek başınadır, yardıma gelen olmaz.2,3
Bonobolarda
cinsellik günlük yaşamın doğal bir parçasıdır. Anne oğul dışında her türlü
ilişkinin içinde cinsellik olabilir. Cinsellik selamlaşmanın, yakınlık kurmanın
ve bazen de bir gerginliği sonlandırmanın biçimidir. Şempanzelerde görülen
şiddet davranışları Bonobolarda pek görülmemektedir. Buldukları güzel meyveleri
yemekte olan bir Bonobo grubunun olduğu yere yabancı bir Bonobo grubu
geldiğinde, şempanzelerde olduğu gibi alan savaşı yerine iki grup arasında
cinsellik yaşanmaktadır. Cinsel ilişkiden sonra da yiyecekler paylaşılır.
1,2,3
Bonobolarda
cinsellik, üremeden bağımsız olarak sosyal bağlar kurmak ve şiddetten kaçınmak
için kullanılıyor gibi görünmektedir. Bu bağlamda Bonobolarda eşcinsel
davranışlar da oldukça sık görülmekte, dişiler de erkekler de kendi aralarında
seks yapmaktadırlar. Bazen bir kavga seksle kesilmekte ve şiddet sona
ermektedir1,2,3.
Cinselliğin esas
olarak üremeye hizmet ettiği şempanzelerde dişiler yavruları varken cinsel
ilişkiye girmediklerinden, erkekler, dişileri cinsel ilişkiye ikna etmek için
yavrularını öldürebilmektedirler. Bonobolarda ise bebek cinayetleri gözlenmez
çünkü dişiler her dönemde cinsel ilişkiye girerler, ayrıca bir dişi her zaman
çok sayıda erkekle cinsel ilişkiye girdiğinden erkekler kimin kendi yavrusu
olduğunu bilmezler. Dolayısıyla belki bu yüzden tüm yavruları korurlar1,2,3.
Birbirlerine çok
benzeyen aynı cinsin bu iki kardeş türü arasındaki bu farklılığın genetik bir
farklılığa mı yoksa kültürel etkenlere mi bağlı olduğu tartışmalıdır. Genetik bir yanı da olsa, Bonobolar,
yiyeceğin çok fazla olduğu, yiyecek rekabetinin gerekmediği bir coğrafyada
evrimleşmişlerdir. Burada yiyecek ve alan savaşı gerekmediğinden daha barışçı
bir kültür geliştirmiş olabilirler. Öte
yandan böyle yiyeceğin bol olduğu bir ortamda, gereksiz şiddet davranışı
gösteren bireyler uyumsuz davranışları dolayısıyla daha az üreme şansı
bulacaklarından, saldırganlık genetik olarak elenmiş olabilir.
İnsan genetik
olarak en yakın akrabaları olan ne şempanzeler ne de Bonobolar gibidir.
Bonobolar gibi cinselliği üreme dışında sosyal yakınlaşma ve bağ kurmakta
kullanır ama Bonobolardan farklıdır. Çünkü daha saldırgan ve ataerkil kültürler
kurmaya eğilimlidir. Öte yandan şempanzelerden de farklıdır. Çünkü şempanzeler
gibi saldırgan ve erkek baskınlığının hakim olduğu kültürler kursa da onlardaki
gibi cinsellik sadece üreme amaçlı değildir.
İnsan
cinselliğini daha iyi anlamak daha önceki türleri ve biyolojik özellikleri
kavramak yanında kültürel ve psikolojik gelişmeyi de akılda bulundurmayı
gerektiriyor. Şimdi insan cinsel davranışlarının çocukluk boyunca gelişimini
gözden geçirelim.
CİNSELLİĞİN
GELİŞİMİ
İnsan
cinselliğinin biyolojik bir yanı olduğu kuşkusuzdur ancak aynı zamanda sosyal bir
boyutu da olduğu doğumdan itibaren kendini göstermektedir.
Çocuğun cinsel
gelişimi, öncelikli olarak annenin çocukla kurduğu tensel ve ruhsal yakınlık
temeli üzerinde şekillenmektedir. Anne bebeğin duygularını ve duygusal
gereksinimlerini, duygusal eş-duyum yoluyla kavrayarak uygun yanıtlar
verdiğinde, anne ile bebek arasında özel, “ruhsal ve bedensel bir bütünlük”
oluşur. Winnicott bunu “psikosomatik-eş ilişkisi” olarak tanımlar 4. Anne ve bebek birbirlerinin vücut ısısı,
nabızları, deri üzerindeki ter miktarı gibi işaretlerden ve birbirlerinin
yüzlerindeki değişimlerden duygusal frekanslarını birbiriyle uyumlu hale getirirler.
Aynı anda, aynı beyin kimyasında olup aynı şeyleri hisseden bir ikili olurlar.
Anne bebek için bebeğin tam da olmasını istediği anda ihtiyaçlarını
karşılayarak kendisini “omnipotent” hissetmesine neden olur 4.
Anneyle kurulan bu ilişki biçimi daha sonra başka insanlarla kurulacak ilişki
için de temel oluşturacaktır. Bu ilişki,
karşılıklı bağlanma ve bu bağdan haz alma ilişkisini geliştirir. Bebeğin
yaşadığı bu psikosomatik eş ilişkisi daha sonra eşiyle kuracağı psikosomatik eş
ilişkilerinin ilk modelini oluşturur ve erişkin çiftler de benzer bir
psikosomatik eş ilişkisi yaşarlar.
Bowlby ve takipçilerinin
yaptığı çalışmalar anne ile bebek arasında kurulan bağlanma biçimlerinin hayat
boyu devam ettiğini göstermiştir. Annelerinden ayrı büyütülen ve anneleriyle
duygusal ve tensel ilişki kurmalarına izin verilmeyen maymunlar, büyüdüklerinde
akranlarıyla sosyal ve cinsel yakınlık kurmak için çaba göstermemektedir.
İnsanlarda da benzer bir durumun varlığından söz edilebilir. Sözgelimi,
Guntrip’e göre çocuklarıyla yeterince duygusal eş duyumu yapamayan annelerin
sebep olduğu şizoidi olgularında, başka insanlarla sosyal, duygusal ve cinsel
ilişki kurma ilgi ve isteği görülmez. Guntrip, şizoidi gelişimini sadece
annenin bebekle eş-duyum yapamamasına bağlamaz 5. Ayrıca çocuklarına
sert ve itici davranan ya da çocukların ihtiyaç duymadığı ve belki yalnızlık
ihtiyacı hissettiği durumlarda boğucu bir şekilde duygusal temas kurmaya
çalışan annelerin de şizoidi gelişimine neden olabileceğini belirtir 5.
PSİKOSEKSÜEL
GELİŞİM DÖNEMLERİ
Psikoseksüel
gelişim boyunca meydana gelebilecek fiksasyonlar, cinselliğin çeşitli yönlerini,
ilişki kurma, nesne seçimi ve doyum arama biçimleri üzerine etki eder 6
Oral Dönem
Çocuğun
biyolojik istekleriyle ruhsal gereksinimlerinin iç içe geçtiği bu dönemde; duygusal yakınlık kurmak ve sürdürmek yanında
temel güven duygusu gibi sosyal ve cinsel yakınlaşmaya dair temel özellikler
gelişmektedir. Karnını doyurmadığı halde çocuklarda parmak emme dürtüsel doyum
ihtiyacının varlığını gösteren işaretlerden biridir. Bebek annesini ya da başka
bir şeyi emerken beslensin veya beslenmesin bundan aynı zamanda haz ve doyum da
almaktadır 7,8.
Başka bir
varlığın rahatlığı ve sakinliğini deneyimlemek, bebeği yatıştırır,
anksiyetesini giderir ve ona güvende olduğu hissini uyandırır. İleride de
güvensiz hissettiğinde, güven duyduğu birine sokulmak, sarılmak kendisini
rahatlatacaktır. Buradan hareketle cinsel heyecanın başlangıçta besin
gereksinimine ve oral uyarılmaya bağlı olduğunu söyleyebiliriz.
Olağanüstü bir
oral doyum, belirgin bir güvenlik ve iyimserlik duygusu yaratırken, oral
yoksunluk, kötümser ya da ısrarcı, hırçın bir hak isteyicilik yaratabilir 8.
Oral döneme
saplanan bireylerin bir bölümü, ihtiyaç duydukları duygusal desteği temin etmek
umuduyla, başkalarına kendilerine davranılmasını istedikleri gibi davranırlar.
Son derece verici, düşünceli ve cömert olurlar. Kendilerinin de mutlu edileceği
yönündeki beklenti ve istekleri doğrultusunda başkalarını mutlu ve memnun
etmeye çalışırlar.
Bazı oral
karakterler ise tam tersine kimseye bir şey vermek istemezler ve sadece almak
isterler. Oral ihtiyaçlarını ve duygusal gereksinimlerini karşılamamış bir
anneyle yapılan özdeşime bağlı olarak, adeta ‘öç alma’ tutumu benimserler: “Nasıl ki bana
verilmedi ben de kimseye bir şey vermeyeceğim”.
İlişkilerinde
ister verici, ister cimri olsunlar, gerçekte verilenle doymazlar ve hep daha
fazlasını umarlar. Öte yandan bağlandıkları nesneleri küstürmemek ve
kaybetmemek için isteklerini bastırmaya çalışırlar. Bu dinaikler çoğunlukla kendilerini
istediklerini alamamış, hakları verilmemiş ve hayal kırıklığına uğramış olarak hissetmelerine
yol açar.
Bu
dönemden sosyal ve cinsel yakınlaşmaya dair oluşan sorunları şöyle
sıralayabiliriz: Sürekli bir duygusal destek ihtiyacı hissetme, yalnız
kalamama, sürekli başkalarına danışma ihtiyacı hissetme, insanlarla yakınlık
kurma ve sürdürme için aşırı verici ve iyi olma zorunluluğu, terk edilmekten
korkma ve bağlanma zorlukları.
Anal Dönem
Dışkılama
sırasında duyulan zevk, anal erotizmin temel amacıdır. Çocuk kısa sürede dışkı
miktarı ile haz arasında doğru bir orantı olduğu keşfeder ve daha çok zevk
alabilmek için dışkısını biriktirmek ister. Annenin tuvalet eğitimi vermek için
çocuktan düzenli olarak dışkılamasını istemesi ile çocuğun daha çok haz
alabilmek için biriktirme isteği arasında eninde sonunda bir çatışma çıkar. Bu
dönemde dışkılama dışındaki konularda da çocuğun kendi arzularına göre hareket
etme isteği ile annenin oluşturmaya çalıştığı kurallar arasında birçok alanda
çatışmalar yaşanır. Anne çocuğa kendi kurallarını dayatır ve çocuğun
arzularından vaz geçmesini sağlarsa çocuk doyurulmamış anal arzularına
saplanabilir 6,8.
Anal
karakterlerin temel özellikleri anal sadistik eğilimlerin reaksiyon formasyonu
ile bunların süblimasyonundan ibarettir. Başlıca özellikleri, düzenlilik,
tutumluluk ve inatçılıktır.
Tutumluluk,
bazen yitirme korkusunun bazen de erojen zevki artırma isteği tarafından
güdülenen bir alışkanlıktır. Düzenlilik ve inatçılık daha karmaşıktır.
Düzenlilik, boşaltım fonksiyonlarının düzenlenmesi konusundaki çevresel
gereklere boyun eğmenin, inatçılıksa bunlara karşı gelmenin bir ürünüdür. Bazı
koşullarda inatçılık o kadar aşır olabilir ki, kişi daima kendisinden istenenin
tam zıddını yapmak zorunluluğu duyar. İnatçılık, eylemin olanaksız bulunduğu
koşullarda geliştirilmiş, pasif tipte bir saldırganlıktır. Bir çocuğun
yaşamında inatçılık ilk olarak, anal sifinkterini sıkarak annenin beklediği
şeyi vermemek biçiminde kendisini gösterir 8.
Kibarlık,
nezaketle ve temizlik konusundaki titizlik birer reaksiyon formasyondur.
Sadizmi ve dışkıyla oynama arzularını tersine çevirerek gizlemeye
yararlar.
Kendilerine
duygu ve arzularına göre değil, kabul edilecekleri şeylere göre davranmaları
öğretilmiş olduğundan, daha doğrusu kendi arzularına göre hareket ederlerse
annelerinin sevgisini kaybedecekleri konusunda korkutulduklarından duygularını
denetim altında tutmak isterler ve yaygın olarak izolasyonu kullanırlar.
Böylelikle kendilerinin ne istediklerine göre değil, ne yapmalarının
beklendiğine göre davranabilirler.
Bunun
dışında izolasyonun yol açtığı, uygun duygusal tepkilerin yokluğu da söz
konusudur. Hastalar tamamen soğuk olabilir veya yalnız sınırlı sayıda duygusal
tepkiler verebilirler ya da ancak bazı güven verici
koşullar yerine gelmişse duygularını belirtebilirler.
Anal-obsesif
diğer karakter özelliklerini şöyle sıralayabiliriz;
Batıl inançlar, majik
düşünceler; düzenlilik, tertiplilik, titizlik, ayrıntıcılık, mükemmeliyetçilik,
planlı programlı olma; başkalarını işleri kendi kuralları ya da alışkanlıklarına
göre yapması konusunda ısrar ya da öyle yapmayacaklarını düşünüp üstlenme; çalışma
ve üretkenliğe, eğlenceyi ve arkadaşlık ilişkilerini dışlayacak ölçüde düşkün
olma; kararsızlık, karar vermekten kaçınma ya da erteleme; ahlak kuralları ve
değerler konusunda aşırı katılık; duygu ifadesinde kısıtlılık; kişisel çıkarı
olmadığı sürece insanlara zaman ayırmama, para ya da hediye vermeme, cimrilik;
manevi değerleri olmasa bile eski şeyleri atmama, koleksiyonculuk; kontrol
ritüelleri; başkalarının başına bir şey gelebileceği konusunda evhamlılık; sayı
sayma, çizgilere, plaklara, tabelalara dikkat etme gibi obsesyonlar, kompülsiyonlar;
pasif-agresif tutumlar; konudan uzak, ayrıntıcı konuşma 6,7,8.
Fallik
Dönem
Çocuk
cinselliği döneminin sonunda, cinsel heyecanlar genital bir nitelik kazanır. Cinsel
organlara ilgi artar ve genital mastürbasyon ön plana çıkar. Cinsel uyarılma
hali, kaynağı neresi olursa olsun, giderek genital organlar üzerinde yoğunlaşır
ve sonunda genital yolla deşarj olur.
Erkek
Çocuklarda Fallik Dönem
Bu
dönemde çocuk cinselliğinin esasını mastürbasyon ve anneye duyulan cinsel arzu
oluşturur. Cinsel organ temel haz aracı ve cinsel kimliğin kanıtı olduğundan
büyük bir narsisistik yatırım söz konusudur. Ancak penisinin babasınınkinden ya
da diğer bir erişkin erkeğinkinden daha küçük olduğu fikri narsisistik bir
kırılganlık noktasıdır.
Fallik
dönemde penisin duyumlardan yana son derece zengin hale gelmesi ve cinsiyetler
arası farkı gösteren bir organ olması dolayısıyla çocuk cinsel organına aşırı
bir yatırım yapar ve onunla adeta özdeşleşir.
Bu kadar önem kazanmış, bu
değerli organa bir şey olacağı korkusuna, kastrasyon anksiyetesi denir 8.
Öte
yandan çocuğun çevresi de onun böyle fantastik cezalandırılma beklentilerini
provoke eder. Birçok erişkin, bir çocuğun cinsel organı ile oynadığını gördüğünde,
orasını kesmekle tehdit eder. İster ciddi, ister şaka yollu olsun hiç bir
objektif tehdit içermeyen yaşantılar bile annesine duyduğu arzu yüzünden
kendisini suçlu hisseden ve cezalandıracağını bekleyen çocuk tarafından tehdit gibi
yorumlanabilir. Örneğin dişi genital organlarını gördüğünde bunu insanların
kastre edilebildiğinin bir delili olarak yorumlayabilir8.
Erişkinlerin
kastrasyon konusundaki tehdit ve şakaları bu kadar istekle ve kolaylıkla
söylemeleri, kendi kastrasyon korkularının bir belirtisidir. Başkalarını
korkutmak, kendi korkusunu gidermek için iyi bir yöntemdir. Bu yolla kastrasyon
korkusu kuşaktan kuşağa geçer.
Cinsel
etkinliklerinden ve anneye yönelik cinsel arzusundan vazgeçmek ya da penisini
kaybetmek seçenekleri arasında kaldığında penisini korumak için cinsel haz ve
arzularından bir süreliğine vaz geçmeyi tercih eder. Fallusa sahip olma arzusu,
haz ve anneye yönelik arzudan daha önemli hale gelir. Ayrıca çocuk tüm bu dönem
boyunca annesine duyduğu cinsel arzunun kabul görmediğini ve yasak olduğunu da
idrak eder. Böylelikle çocuk annesine benzeyen bir kadınla ileriki yıllarda
beraber olmak üzere, annesine duyduğu arzudan vaz geçer 8.
Bu
döneme fiksasyonu olan kişilerde bir insana aşk duymak, anneye cinsel arzu
duymak anlamına geleceğinden yoğun suçluluk duygularına neden olur. Bu kişiler
cinsellikle, sevgi ve şefkati bir araya getiremez, çeşitli yollardan ödipal
suçluluk hissetmekten kaçınmaya çalışırlar. Sonuçta yakın ilişkilerde şu
olasılıklar ortaya çıkar:
1. Kadınlara sadece platonik ilgi duyarak, cinselliği
tamamen bastırarak ödipal suçtan kaçınmak,
2. Anneyi çağrıştıran bir nesne ile yapıldığında suç olan
cinselliği, sadece saygı duymadığı ve aşık olmadığı hatta küçümsediği
kadınlarla yaşayarak ödipal suçtan kaçınmak,
3. İlişkide olduğu kişiyi anne gibi algılayana kadar, hem
sevgi hem de cinsel arzu duyabilir ve cinsel ilişki kurabilirken, bir süre sonra nesneyi anne gibi algılamaya
başladıktan sonra bağlanmanın ve sevginin artmasına karşılık, cinsel ilginin ortadan kalkması ile ödipal
suçtan kaçınmak.
Kız
Çocuklarında Fallik Dönem
Kadın
cinselliğine ve fallik döneme ilişkin Freud’un kızların kendilerini erkeklerden
daha değersiz hissettikleri ve penis haseti fikri oldukça tartışmalıdır. Ancak
penis haseti olan vakaların bulunmadığını iddia etmek güçtür. Tartışmalı da
olsa tarihsel önemi ve bazı vakaları açıklamakta yararlı olması dolayısıyla bu
fikirleri değiştirmeden aktarmaya çalışacağım.
Bu
dönemde kadın cinselliğinin merkezi, duyumlardan en zengin organ olması
dolayısıyla klitorisken, cinsel ilginin yöneldiği temel nesne ise (çocuk heteroseksüel
olacaksa) babadır. Mastürbatuar etkinliklerin ve psişik ilginin merkezi burasıdır.
Psikanalitik görüşe göre bir penisi olan insanların varlığının bilinmesi,
sadece tipik olarak “ben de ondan isterim” tutumuna değil; “benim de ondan
vardı, yitirdim” fikrine de neden olabilmektedir 6,7,8.
Fallik dönemde
kızlar haz alma olanakları açısından erkeklere oranla önemli bir dezavantaj
içindedirler. Buna kadın-erkek eşitsizliğinin erkeklere sunduğu olanak ve
ayrıcalıklardan yoksun olmak da ilave edildiğinde kızlarda penis imrenmek gibi
bir durum yaratarak kadının cinsel gelişimini karmaşıklaştırır. Bir anne
olduğunda belki erkelerinkinden de çok büyük bir yaratıcı güce sahip olacağı
gerçeği bu yaştaki bir kızı avutamaz çünkü bu olanak, o yaşta haz alma
yetilerinin dışında kalmaktadır 8.
Fallik dönemden
çıkış, anneyle özdeşleşip, penis sahibi olmanın yerine penise sahip birinin
sevgisini kazanıp ondan bir çocuk sahibi olmanın geçmesi suretiyle gerçekleşir.
Bu döneme
fiksasyonu olan kadınlarda cinsel ve sosyal yakınlaşmakla ilgili şu sorunlar
söz konusu olabilir.
1. Erkeklere sadece platonik ilgi duyarak, cinselliği
tamamen bastırarak ödipal suçtan kaçınmak,
2. Babayı çağrıştıran bir nesne ile yapıldığında suç olan
cinselliği, sadece saygı duymadığı ve aşık olmadığı hatta küçümsediği
erkeklerle yaşayarak ödipal suçtan kaçınmak,
3. İlişkide olduğu kişiyi baba gibi algılayana kadar, hem
sevgi hem de cinsel arzu duyabilir ve cinsel ilişki kurabilirken, zamanla nesneyi baba gibi algılamaya
başladıktan sonra bağlanmanın ve sevginin artmasına karşılık, cinsel ilginin ortadan kalkması ile ödipal
suçtan kaçınmak.
CİNSEL
ROLLER
Cinsel
ve sosyal yakınlaşmanın biçimleri kültür tarafından da belirlenir. Kadın ve
erkeğin nasıl davranması ve davranmaması gerektiğine ait kültürel normlara
cinsel rol denir. Cinsel rol davranışı, kişinin bir erkek veya kadın olarak
söylediği veya yaptığı her şey olarak tanımlanabilir. Cinsel rol, yaşanılan
deneyimlerle, örnek almalarla, özdeşleşmelerle ve bir dizi duygusal süreç
tarafından belirlenir.
Toplumsal
ve kültürel farklılıklar cinslerin üsteleneceği rolleri de farklılaştırır. Bazı
kültürlerde erkeğin mutfakta ya da banyoda herhangi bir iş yapması erkek cinsel
rolü ile bağdaşmaz iken başka kültürlerde ev işlerinin paylaşılmaması bencillik
ve olgunlaşmama belirtisi olarak değerlendirilir. Keza cinsel ilişki
sırasındaki roller de gene cinsel rol kimliğinin gelişmesi sürecinde olan
etkileşimlerce belirlenir.
Çeşitli
kültürlerde erkek ve kız çocukları için kalıplaşmış toplumsal farlılık
inançları vardır. Sözgelimi kız çocukları daha uysal, daha söz dinleyen, daha
güvensiz, daha yardıma ihtiyaç duyan, başarıya daha az önem veren, daha
duygusal, ezbere ve tekrara dayalı işlerde daha yetenekli iken, yüksek bilgi
işlem düzeyi ve yaratıcılık gerektiren işlerde daha başarısızdırlar.
Oğlanlara
gelince daha saldırgandırlar, başarıya daha çok önem verir, çevreden daha az
etkilenirler, bağımsız davranmaya meyillidirler, görsel ve matematiksel
görevlerde daha başarılıdırlar.
Yapılan
araştırmalarda erkeklerin görsel mekânsal yeteneklerinin daha fazla olduğu ve baskın
olmayı daha fazla önemsedikleri ve daha saldırgan olduklarına dair epeyce veri
bulunmaktadır. Muhtemelen saldırganlık
düzeyi ile cinsiyet hormonları arasında bir ilişki bulunmaktadır.
Çeşitli
toplumlarda kadınlar edilgenliğe ve cinsellikten uzak olmaya yönlendirilirken,
erkekler baskın, bağımsız ve cinsellikle ilgili olmaya yönlendirilirler. Kız
çocuklarının mastürbasyon yapması istenmezken erkeklerin yapmasına ses
çıkarılmaz. Erkeklere bağımsız ve
başarılı olmak, kadınların etkisi altında kalmamak öğretilirken, kadınlara hayatlarının merkezine eşlerini ve
ailelerini koymaları, bağımlı ve uyumlu olmaları gerektiği öğretilir.
Toplumsallaşma
sürecinde erkeklerin öğrenmiş olduğu gösteri yapmak, kendilerini göstermek,
başarılı olmak ve karşısındakini etkilemeye çalışmak gibi tutumlar kadınlarla
kurdukları ilişkilerde de kendisini gösterir. Birçok erkek doğal ve samimi
davranmak yerine daha etkili olduğunu sandığı için büyüklenmeci ve gösterişçi
davranışlar sergiler. Cinsel ilişki sırasında da gene başarı ve performans
odaklı bir yaklaşım ve mastürbasyondan gelen bir alışkanlıkla süreçten keyif
almak yerine sonuca ve orgazma ulaşma çabası ortaya çıkar.
Böylece
kadın ve erkek toplumsallaşma sürecinde dramatik boyutta farklılaşmış olur.
Erkekler kontrole odaklanır, sekse ve cinsel birleşmeye yönelme eğiliminde
olurken, kadınlar uyumlu olmaya, duygusal yakınlığı ve genelleşmiş tensel hazla
ilgilenmeye eğilimli olurlar. Erkekler bir ilişkiyi kadını fethedip, onu elde
etme olarak görme eğilimindeyken kadınlar daha çok romantizm ve duygusal
bağlanma meseleleriyle ilgilenme eğiliminde olurlar.
Kadınlar
ve erkekler böyle farklı amaç ve beklentilerle cinsel yakınlık ve ilişkiye
girdiklerinde cinsel yaşamlarında güçlüklerin ortaya çıkması hiç de şaşırtıcı
olmamalıdır.
CİNSELLİĞİN
TOPLUMSAL ORTAYA ÇIKIŞ BİÇİMLERİ
Cinsellik,
psikoseksüel gelişim boyunca çeşitli aşamalardan geçerek genitallik etrafında
örgütlenir ve cinsel dürtülerin dış gerçeklik ya da toplumsal değerler ve ahlak
bakımından uygun bulunmayan yönleri bastırılmaya tabi tutulur. Bastırılmış
duyguların dışavurum biçimlerinden biri de bunların toplumsal olarak kabul
edilen biçimlere dönüştürülmesi olan süblimasyondur. Freud’un birçok eserinde
belirttiği gibi sanatın çeşitli dalları bastırılmış cinsel arzuların
süblimasyonuna olanak verir. Bastırılmış cinsel arzuların sanat yoluyla ifade
edilmesi aynı zamanda bastırılmış benzer arzuların toplumsal olarak
paylaşılmasına ve ifade edilmesine yardımcı olur. Sanatçılar başka insanlarda
da görülen bastırılmış arzuların temsilcileri gibi davranarak bunların
boşalması için sosyal bir kanal oluştururlar. Keza birçok sosyal etkinlik de
aynı amaca hizmet eder. İnsanlık tarihinin başından beri görülen kimi sosyal
etkinlikler başka işlevlerin yanında cinsel ve duygusal yakınlık kurma
arzularının boşalımına da hizmet ederler.
Bazen büyü veya şifa ritüellerinin bir parçası olsa da dans çoğunlukla
duygusal ve cinsel yakınlaşmanın toplumsal biçimlerinden birini oluşturur.
SONUÇ
Duygusal ve
cinsel yakınlaşmanın açık veya sembolik biçimleri için yollar var olduğu sürece
insanın temel gereksinimlerinden biri olan, sevmek ve cinsel yakınlık kurmak
için de yollar var olmuş olur. Bir toplumun ve bireyin sağlıklılığı ve
mutluluğu, birçok şeyin yanında sevebilme ve cinsel yakınlık kurabilme
kapasitesi ile de ilgilidir. Bir toplumdaki yasak ve kısıtlamalar ya da çeşitli
bireysel nedenler bu yolları kapattığında, hem bireyin sağlıklı ve mutlu olma
olasılığı azalır hem de bu gereksinimlerin patolojik yollardan dışavurumu
artar. Toplumsal engel veya kısıtlamalar ya da bireyin kendi üst-benliğindeki
yasaklar dolayısıyla cinsel yakınlık kurma olanakları azaldığında, kısmi cinsel
dürtülere bir gerileme ile parafilik tablolar gelişebilir ya da var olan
eğilimler şiddetlenebilir. Kısıtlanan duygusal ve cinsel yakınlığın yerini
röntgencilik, pornografi bağımlılığı, teşhircilik vb. gibi yönelimler alır.
Sonuç olarak
biyolojik bir temel üzerinde gelişen ancak ortaya çıkma ve yaşanma biçimleri
her insanın kendi kişisel tarihindeki milyarlarca anı ve etkileşim tarafından
belirlenen cinsel ve sosyal yakınlık insanın temel gereksinimlerinden ve
mutluluk kaynaklarından biridir.
2. Hare B, Melis AP, Woods V, Hastings S, Wrangham R. Tolerance allows bonobos to outperform chimpanzees on a cooperative task. Current Biology, 2007. Volume 17, Issue 7, p: 619-623
3. Waal FD. Bonobo
ve Ateist. Primatlar Arasında İnsanı
Aramak. Çev: A. Biçen. İstanbul, Metis Yayınları, 2013, s: 9-31
4. Winnicott DW. Oyun ve
Gerçeklik. Çev: T. Birkan. İstanbul, Metis Yayınları, 2014. s: 19-335. Guntrip H. Şizoid Görüngü Nesne İlişkileri ve Kendilik. Çev: İ. Babacan. İstanbul, Metis Yayınları, 2003. s:139-168.
6. Brenner C. Psikanaliz, temel kavramlar. Çev: I Savaşır, Y. Savaşır. Ankara, Hekimler Yayın Birliği,1998 s: 19-35
7. Akvardar Y, Çalak E, Etaner U, Hürol C, Sunat H, Tükel R, Üçok A, Yücel B. Psikanalitik Kurama Giriş. İstanbul, Bağlam Yayınları, 2006. S: 34-60
8. Fenichel O. Nevrozların Psikanalitik Teorisi. Çev: S. Tuncer. İzmir, Ege Üniversitesi Yayınları, 1974. s: 48-92