GARİP DAYI
YA DA ERMENİLERE NE
OLDU?
Doğan Şahin
Doğan Şahin
Bize ilk geldiklerinde
sanırım 10-11 yaşındaydım, 60 yaşlarında bir adamdı, karısı ve çocukları vardı,
çocukları bizim akranlarımızdı. Çok sessiz, sakin bir adamdı. Biz Arapgir’de
otururduk ve bize çok köylü gelirdi, genellikle mahcup, çekingen insanlar olurdu
ama bu adam bir başkaydı. Uzaklara, görmediğim bir yerlere bakıyordu.
Sonra gene geldiler, aklımda kalmıştı adam. Babama sordum, bu adamın neyi var diye.
O zaman öğrendim, Ermeni tehciri sırasında bütün ailesi öldürülmüş. 4-5 yaşlarında bir çocukmuş o zaman. Çocuğu olmayan bir köylü almış, köyüne götürmüş. Adı ne idiyse artık Kivork mu? Kirkor mu? Herkes unutmuş ya da öğrenmemişler bile. Adını Garip koymuşlar. Müslüman olarak yetiştirmişler. Biraz büyüyünce köyün hayvanlarını otlatmaya başlamışlar. Çoban olmuş yani, dağlarda, koyunların ardında dolanıp durmuş. Sonra aynı köyden yoksul ve öksüz bir Türk kızıyla evlendirmişler. Çocukları olmuş, yaşayıp gidiyorlardı.
Ermeni melesini ilk o zaman duydum. Oysa Arapgir’liydim. Biz ortaokula giderken (1970-1973) aşağı yukarı 10 kadar Ermeni ailesi vardı. Komşularımız vardı, esnaflar vardı. Ayakkabıcı Yeznik amca vardı, kuyumcu Sarkis Amca vardı, basmacı Artin Amca vardı.
Bize derlerdi ki Arapgir’in Birinci Dünya Savaşı öncesi 30-40 bin nüfusu vardı. O yıllarda nüfus 6-7 bin gibi bir şeydi. Ben sanırdım ki, bu kadar insan Yemen’de, Trablusgarp’ta savaşta ölmüş.
Babam 1911 doğumluydu, Babamın babası 1888, Annemin babası 1900 doğumluydu. Onlardan şunu öğrendim. Arapgir’den en az on bin Ermeni toplanmış. Annemin babası şöyle anlatırdı: Ermeniler sormuşlar “Nereye götürüyorsunuz bizi?” Askerler, “Murat Paşa’ya götürüyoruz” demişler. Murat’a yani, Fırat’ın büyük koluna. Dedem derdi ki, Fırat günlerce kan aktı.
Başka köylerde de böyle çocukların alınıp büyütülmüş olduğunu öğrendim, ama çoğu kız çocuğuymuş. Ergen kızlar, gelinlik çağında kızlarmış. Evlenmek için götürülmüşler. Kimi kendisi evlenmiş, kimi de oğluna gelin götürmüş.
Hep düşünürdüm, o çocuklar nasıl yaşamışlardır. Özellikle büyük olanlar; ailelerini öldüren insanların karısı olmak, onların çocuğunu doğurmak nasıl hissettirmiştir diye. Kardeşlerinin, analarının, babalarının, akrabalarının yasını nasıl yaşamışlardır.
Daha doğrusu nasıl yaşamışlardır, nasıl öldürmemişlerdir kendilerini.
İnsan hakkında, iç dünyası hakkında o zaman düşünmeye başlamıştım. Hala da düşünürüm. Bir şey anlamam. İnsanın ne zalimlikteki ölçüsüzlüğünü ne de zulme bu denli dayanabilmesini anlayamam.
Ama en çok da hep kendini aklayabilmesini, hatalarını suçlarını unutmasını ve yaptığı kötülüklerden, verdiği acılardan utanmamasını anlayamam.
Sonra gene geldiler, aklımda kalmıştı adam. Babama sordum, bu adamın neyi var diye.
O zaman öğrendim, Ermeni tehciri sırasında bütün ailesi öldürülmüş. 4-5 yaşlarında bir çocukmuş o zaman. Çocuğu olmayan bir köylü almış, köyüne götürmüş. Adı ne idiyse artık Kivork mu? Kirkor mu? Herkes unutmuş ya da öğrenmemişler bile. Adını Garip koymuşlar. Müslüman olarak yetiştirmişler. Biraz büyüyünce köyün hayvanlarını otlatmaya başlamışlar. Çoban olmuş yani, dağlarda, koyunların ardında dolanıp durmuş. Sonra aynı köyden yoksul ve öksüz bir Türk kızıyla evlendirmişler. Çocukları olmuş, yaşayıp gidiyorlardı.
Ermeni melesini ilk o zaman duydum. Oysa Arapgir’liydim. Biz ortaokula giderken (1970-1973) aşağı yukarı 10 kadar Ermeni ailesi vardı. Komşularımız vardı, esnaflar vardı. Ayakkabıcı Yeznik amca vardı, kuyumcu Sarkis Amca vardı, basmacı Artin Amca vardı.
Bize derlerdi ki Arapgir’in Birinci Dünya Savaşı öncesi 30-40 bin nüfusu vardı. O yıllarda nüfus 6-7 bin gibi bir şeydi. Ben sanırdım ki, bu kadar insan Yemen’de, Trablusgarp’ta savaşta ölmüş.
Babam 1911 doğumluydu, Babamın babası 1888, Annemin babası 1900 doğumluydu. Onlardan şunu öğrendim. Arapgir’den en az on bin Ermeni toplanmış. Annemin babası şöyle anlatırdı: Ermeniler sormuşlar “Nereye götürüyorsunuz bizi?” Askerler, “Murat Paşa’ya götürüyoruz” demişler. Murat’a yani, Fırat’ın büyük koluna. Dedem derdi ki, Fırat günlerce kan aktı.
Başka köylerde de böyle çocukların alınıp büyütülmüş olduğunu öğrendim, ama çoğu kız çocuğuymuş. Ergen kızlar, gelinlik çağında kızlarmış. Evlenmek için götürülmüşler. Kimi kendisi evlenmiş, kimi de oğluna gelin götürmüş.
Hep düşünürdüm, o çocuklar nasıl yaşamışlardır. Özellikle büyük olanlar; ailelerini öldüren insanların karısı olmak, onların çocuğunu doğurmak nasıl hissettirmiştir diye. Kardeşlerinin, analarının, babalarının, akrabalarının yasını nasıl yaşamışlardır.
Daha doğrusu nasıl yaşamışlardır, nasıl öldürmemişlerdir kendilerini.
İnsan hakkında, iç dünyası hakkında o zaman düşünmeye başlamıştım. Hala da düşünürüm. Bir şey anlamam. İnsanın ne zalimlikteki ölçüsüzlüğünü ne de zulme bu denli dayanabilmesini anlayamam.
Ama en çok da hep kendini aklayabilmesini, hatalarını suçlarını unutmasını ve yaptığı kötülüklerden, verdiği acılardan utanmamasını anlayamam.